avâzoysa ne de şık duruyordu hayat. yaş henüz yirmi üç. gülüşünde gamzeler yeşertirdi bir kadın. şimdiki aklı yok. aklı yok ki o vakit. ağlamadan yaşıyor, yaşama henüz alışıyordu. derken kimi sevdiyse o vakit, sevdi. ve başladı hikâye. takıp parmağına altından bir kelepçe, hikâyenin içine çekildi sessiz ve sinsice. al dedi adam, aşk bu aldı sardı sarmaladı izlerken aynalarda cürmünü kendince, düşüp düşüp kalktığının farkına varamadı. kanadığında dizleri, ah kanadığında ve anladığında kalsaydı. keşke yüzükoyun yatıp oracıkta öylece kalsaydı. alışmaya çalıştı alıştıkça azaldı kaybettikçe masumiyeti günahkârlar içinde o da yerini aldı takdir-i ilâhi dedi önce. boyun eğdi bir süre. sustu. bildiklerini, bilmediklerini sustu. azrail gelip boğazına çökse de vakur sessizlikler yudumladı gecelerce. lâkin gün denizin üstünde yükselince, tüm sustuklarını kustu. kadın uzun ve kızıl saçlı gün geçtikçe anladı saçlarından yastığa bulaşan artık kandı âşk’ı da affetti, yaşadıklarını da. göğsünden uçurduğu ve dönmeyen kırlangıçları da. yine de aldı, cân bildi, sevdi. dedi yürektir o da. kâlb’dir taşıdığı. etmez daha zûlüm. akar akar durulur. durmadılar durulmadılar. gider gibi yapıp yine yeniden kıyılarına dadandılar. kaldırıp göğe başını şâhid tuttu Mevlâ’yı dedi hak mı niyâz mı? dedi çektiğim az mı? dedi rüsvâ olmadan isyân etme az dayan rüsvâ olan bellidir yedi düvel de bilir mesnetsiz bir sevinci döner durur emzirir tanımadığı arsızlıklar gözledi amma hayata tutunmayı tekrar tekrar denedi. içinde ölen çocukları kefene beledi. nâz’ına sarıldı yağmuru közledi. soluk benzine pembelikler serperken, avâzının yettiğince inledi; gelen bahara rağmen kuruyor bak dalların günâhlarının ceremesi bu çırpındıkça boğazına dolanıyor göbek bağın ey zıvanadan çıkmış sapkın ruh! arın! |
ne desem boş.
saygılar