14 ŞubatOrta çağdan gelen bir karanlığın içinde, Hummalı beyinlerin cüzamlı savaşı vardı, Savaşın tam orta yerinde, Sensizliğin yanık türküleri vardı bugün bu şehirde. Kırmızıyı gök çalmıştı Eflatunları denize dökmüştük, Mavi kara bulutlara esir düşmüştü, Beyaz o aslına dönmüştü, karaydı artık Özüne sürgün olan bu şehirde. Bozlaklar katledilmişti kırın orta yerinde, Türkülerdeki ezgiler özümüzde artık bir yabancıydı. Hüzünlü ezgiler E tipi esir pazarında çalıyordu. Yalnızlıkları denize, çaresizlikleri okyanusa, Döktüm gülüm, Döktüm de, Sahi ikiside yoktu bu şehirde değilmi? İnsan pazarındaki çiçekçide durgundu, Ezik kaldırımlardaysa üç beş kişi, Muhlis tepesi kaderine terk bomboştu, En son Sefa terk etmişti bu tepeyi ve kokuşmuş bu şehri. Çocukluğum vardı İmaretin is kokan kaldırımlarında, Bakma sen İmaret menopoza girmişti. Yıllar öncesi insan doğurganlığını yitirmişti, Dümenci güvercin uçuruyordu hepsi beyaz, Hafız yorgundu yine aynı iskemlede uyuyordu, Altın rengi ballar Hasanın dükkânında güneşten ışık çalıyordu, Bisikletimin nar kırmızısı geceye inat nasılda yanıyordu, Nazım ustam dükkânı açmamış sanırım zar atıyordu, Deli müdür homurdanarak onu arıyordu. Güzellerde terk etmişti imaret’i de kokuşmuş bu şehiride gülüm. İmaretin gülleri solmuştu, Sokak çeşmelerine kör tapa vurulmuştu. Şehrin giriş ve çıkışları gibi. Kırmızı güller satılmamış çiçekçiye bakıyordu, İnsan pazarındaki çiçekçi güllere ağlıyordu, Güllerde ağlıyordu Sevgi fukarası bu şehrin insanlarına. Şairler yorgun, İnsanlar yoğundu, İnsanlar öyle yoğundu ki sevgiyi kurutmuştu, İnsanlar öyle yoğundu ki dostluğu unutmuştu, İnsanlar öyle yoğundu ki Tanrıyı uyutmuştu, Günlerden neydi bu gün sahi gülüm? <On dört şubat > 14/02/2011 Orhan YILMAZ |