Erzurum
Uykuda soğuk almış, buzlardan rüya şehir;
Yaylanın kucağında esneyen hülya şehir. Malazgirt atlıları eser eser ovanda, Mavera gazileri oturur hanedanda. Taşlarında Nef’iden mısralar yankılanır; Günde bir Nene Hatun tabyalara adanır. Taşhan’a tarih düşer Aras boyu akanlar Seni ancak seninle ömür tüketen anlar. Ketum bir sessizliği saklar avuçlarında, Tam otuz üç damla kan donmuş göz uçlarında; Çocuğu bundan küskün, yaşlısı bundan dertli, Çok diyet verdiğinden suları bereketli; Ondan baharda açan çiçekleri kızıldır; Kızarmamıştı diye gelincikleri bıldır; Feste ilmeğe geldi sarıklı başlarımız Medresede eridi yakuttan taşlarımız... Honçasında açılır soğan zarı lavaşlar Dibek görmeyi versin ırgat dövmeye başlar. Çift beyaz güvercini, köylü kızını oynar; Gözlerinin açtığı korda bengisu kaynar. Kanını güneşten mi almıştır bu insanlar, Gizemli gözlerinde göğe mahsus dumanlar. Palandöken dağında şaha kalkmış kıratın, Sen çilekeş anası ilim akan Fırat’ın… Bakırcı çarşısında şaklayan şehri diyar, Karlı alın yazında buzdan avizeler var. Görse Umudum Baba, kaybolurdu umudu, Neden çeşmeler durdu, şadırvanlar kurudu? Saltuklu diyarına kimlerin ahı değdi? Senin mağrur başını kimler önüne eğdi? Söyle, dağları sarssın duada kesik başlar; Kutlu barı yeniden tarih kılsın dadaşlar! Senin Beyti Âli’den ruh veren oymağın var, Horasan, Semerkant’a hükmeden otağın var. Marifetli külliyen, İlhanlı hafızların, Her akşam şerefede işaret yıldızların… Cirit meydanlarında kişner durur atların Her zemheri ayında kar olup kanatların Uçunca, “göç göç olur, göçler yola düzülür” Emrah’ın figan eder, yetim selvin üzülür. Alaturka şehirde kuşdili konuşulur; Erzeni’den, Eretna Beyliğine koşulur. Çelebi durduğunda dondurdu kedileri, Uzun hava tutturur, yürekten dertlileri. Vahyi nur ehramını kat kat örter burada, Boynunu hakka doğru uzatmış haritada. Başı avuçlarında inci dökenleri var, Gece sabaha kadar tespih çekenleri var. Güneş er doğar burda, her şey er anlaşılır, Tırhıçlı kapıları doksan üçte aşılır. Ve engahtan söylenir, yas türküsü şehirde, Viranda bir gül kalır, saat kulesi bir de… Yaylanın kaderine istiklal giydirilir; Zülfükâr’ın ucunda kan şehrine girilir. Git git şehri diyarım, git git şehri diyarım; Aşkananın isinde matemini duyarım. Zığvalı ve sekolu yiğitlerini gördüm, Bindallıya ceh satan kösteğini ben ördüm. Beni mahrem tanıma, beni yabancı sanma, Ben kendi gurbetimde sana sılayım ama Bir türlü, bir sofrada olmuyor başlarımız; Bizi şair eyledi, firaktan efkârımız. Her iklimde zemheri, her vakitte hilal ay, Bu dinmeyen hasreti büyülü haline say! Mehmet Taştan |