TamaraŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Rivayete göre,çok eski zamanlarda Van gölü’nde bulunan bir adada Ermeniler yasarmış.Adadaki kilisenin baş rahibinin de Tamara adında oldukça güzel bir kızı varmış.Tamara, vaktinin çoğunu adanın büyük bir kısmını kaplayan kayalıklarda dolaşarak ve badem ağaçlarının altında dinlenerek geçirirmiş. Gölün kıyısındaki yerleşim yerinde ise geçimini göldeki balıklardan ve çobanlıktan sağlayan bir genç yasarmış. Genç çoban ise balık avlayıp, çobanlık yaparak ve adayı seyrederek geçirirmiş günlerini...Bir gün merakını yenemeyip adaya çıkmaya karar vermiş. Aynı zamanda çok iyi bir yüzücü olan çoban, uzun uğraşlardan sonra nihayet varmış adaya. Derken kayalıklarda gezinen Tamara ile göz göze gelmiş...Kısa bir tanışmanın ardından karşılıklı bir aşk doğmuş aralarında... Ve gün geçtikçe kopamaz olmuşlar birbirlerinden...Ancak her ikisi de Tamara`nin başrahip olan babasından çekindiklerinden geceleri gizlice buluşuyorlarmış. Genç Çoban her gece sahil kenarından, Tamara`nin adadan yaktığı kandil ışığını takip ederek adaya ulaşırmış. Bir süre sonra baş rahibin yardımcısı bu durumu fark etmiş ve bunu Tamara`nın babasına söylemiş.Kızının ada dışından ve farklı bir dine mensup birisiyle ilişkisini kabullenemeyen baba, bu hale çok kızmış. Fakat kızını üzmeden, ona fark ettirmeden bu genci ortadan kaldırmanın yollarını aramış. Bir gece hava yağmurlu ve göl dalgalı olduğundan Tamara çobanla buluşmak istememiş.Bu durumu fırsat bilen başrahibin yardımcısı buluşma yerine gidip, kandil ışığını yakmış.Sahil kenarında her zamanki gibi bekleyen genç ise kandil ışığını görünce atıvermiş kendini mavi sulara...Işığı takip ederek yönünü belirlemeye çalışan çoban, bir sure sonra ışığın yerinin sürekli değişmesinden dolayı oldukça yorulmuş. Kollarında kulaç atacak mecal kalmayan genç, adaya varmaya ramak kala masmavi sularda bırakmış kendini...Son nefesinde ise feryat figan bağırmış: ’Ahhh Tamaaaraaaa......’. Bunu duyan Tamara buluşma yerine geldiğinde babasının yardımcısının elindeki kandil ışığını görünce olanları anlamış. Çok sevdiği genç çoban gibi o da bırakmış kendisini masmavi sulara... O günden sonra “Ah tamara adası” olarak kalmış adanın adı...Ve zamanla Akdamar`a dönüşmüş, essiz güzelliğiyle varlığını devam ettirmiş ve hala dünyanın dört yanından gelen binlerce kişinin uğrak yeri olmuştur...
Gene uykuda vurdu düşle gelen fırtına,
Ses sulara karışıp döndü deli yangına, Tazelenen yaradan kan damladı geceye, Dalgalar da o gece uykusuzdu Tamara Baştanbaşa yaktığın ben değildim sadece, Bakışlarına bir de çöl susuzdu Tamara. Koklayıp da geçtiğin gül sarardı aniden, Kilise önlerinde yanıp söndü bir fener, Sırılsıklam uyandım rüyadaki yağmura, Gece kanatlarını zorla açtı Tamara. Baktıkça şarka doğru, şarkılaştı gözlerin, Bakışların hem hançer, hem ilaçtı Tamara. Ah Tamara, hayalin gezip durdu kıyıda, Gölün soğuk suyunda ıslandı kepeneğim, Rahibin ellerinden kan sıçradı adaya, Bakışların hem hançer, hem ilaçtı Tamara. Ermeni gözlerinden serap düştü payıma, Sana tutulmuş kalbim bir muhtaçtı Tamara. Baştanbaşa yaktığın ben değildim sadece, Çobanyıldızı bile doğdu vaktinden önce, Yorgun düşen kollarım eriyip aktı suya, Gökyüzünde bir yıldız kayıp düştü Tamara, Vurgun yiyen feryadım yankılandı sularda Baki kalacak adın dönüştü Akdamar’a. Mehmet Taştan |