Kara Elmas...Şiirin hikayesini görmek için tıklayın ...
"Eğer bir gün ‘acı’nın tarihi yazılırsa, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Zonguldak kömür ocaklarında uygulanan ‘işçi mükellefiyeti’nin kısaca ‘mükellefiyet’in de sözü edilir herhalde…” Yaşlı bir madenci o günleri şöyle anlatıyor: “Yük taşıyan bir hayvan-huysuzlanıp da gitmezse sahibi döver onu. Ama ne kadar döverse dövsün onu yaralamak, sakat bırakmak, öldürmek gelmez içinden. İşte böyle sakınmalardan bile uzaktık ‘mükellefiyette’ biz. Ayağı kırılan ocak katırı, yiten bir kazma bizlerin ölümünden daha çok üzerdi başımızdakileri. Çünkü ocakta çalışan katırlar az bulunuyordu. Ama bize gelince karıncalar kadar çoktuk biz.” İRFAN YALÇIN / "ÖLÜMÜN AĞZI" Ve hala çoklar hala isyanı insanlıklarına sığdıramıyorlar... Ayan beyan sırlara darbe yapar küçülen nisyanlar Islıksız kasidesi yalındır barınaksız hakikatin Karanlıkta ışığa susamış serçenin yüzünden İhaleye kalan gökyüzünün kıyısında, Başlar cehhennem ağzının uzatmalı rövanşı. Yedi kat yerin altında, sürgün güneş kızılı Ateşten insanlar doğurur bu ana bahtlı kara şehirde. Üzerlerine bilmem kaç beden büyük gelen, Düşmesin diye yürekleri ile sardıkları, Yaşanmamışlığın yaşayamamışlığın, Yoksul, yoksun, süzülen atmaca gibi Ürkek ateşidir geleceğe yan çizen umutları. Kara elmasa yaltaklanıp Alt üst edin büzüşmüş, sürmeli gözleri Yamalı günlerin iliklenmeyen isli yakasında Yarınların kanını emen yavşak, bittir Kraldan çok kralcıdır faşist burjuvanın elleri Gür ormanlarda sessiz gürültülere saklanmış, Kaçak yolcu gibidir yaşam, mahzun ve hala telaşlı. _____ Yar’asın! _____ Güneşi başınıza geçiren, uçkuru kaçmış kasvettir madenci düşleri. Habibe Ağaçdelen |