Sevdamı Feda Ettim..Şiirin hikayesini görmek için tıklayın UĞUR’UN İHALESİ Uçak(GoogleEart) tan Mezopotamya topraklarına baktığınızda, Fırat ve Dicle’nin bölgenin atardamarları gibi her tarafa hayat verdiğini göreceksiniz. Bölgenin sol göğsünü temsil edercesine Mardin şehri kabartı olarak görülmektedir. Sol göğsünün hemen altında bölgenin kalbi atmaktadır. Kızıltepe. Kızıltepe: Bağlı olduğu Mardin ili dâhil olmak üzere Türkiye illerinin birçoğundan büyüktür. Nüfusu ve ekilebilir verimli topraklarıyla. Çalışkan, Zeki ve o oranda da inatçı insanlarıyla Mezopotamya’nın kalbi olmayı hak etmiştir. Bölgenin hatta Ortadoğu’nun kalbi hep burada atmıştır. Dünya’ya hâkim olmak isteyenlerin Ortadoğu’ya, Ortadoğu’ya; hâkim olmak isteyenlerin Mezopotamya’ya hâkim olmaları gerekmektedir. Bu hâkimiyet mücadelesi sonucu buralar tarih boyunca savaş sahnesi olmuştur. 2004 yılı, Kızıltepe’nin fakir ve yoksul halkı için en şanslı yıllarından biri olmuştur. Daha Kasımın başında yağmurlar yağmaya başlamış, sınır ticareti daha bir düzenli olarak rayına oturmuş, terörün her çeşidi azalmış hatta son bir yıla yakın kayda değer hiçbir olayı yaşanmamıştır. Tüm bu olumlu gelişmelerin üstüne, Kızıltepe’ye tarihte ilk kez resmi hırsızlara asla aman vermeyen, Fakir fukaranın hakkını kimseye yedirtmeyen, bir kaymakam gelmiş. Kısa zamanda bütün resmi kurumları hizaya sokmuş, tüm resmi kurumlarda laşkaleşmeye ve rüşvete son vermiştir. Özellikle, Faturalı hırsızların tüm hortumlarını kestiği gibi. Zengin Mengini besleme fonu ilk kez bu dönemde Sosyal yardımlaşma (fak-fuk) fonu vasfını kazanmıştır. Artık, fon hesabının olduğu banka sıralarında bekleyen ve ellerinde fak-fuk-fonu çeki olan fakir insanlara rastlamak mümkün olmuştur. Hırsızlar ve görevlerine saat 10.30 başlayıp 15.00 paydos eden memurlar dışında, Kaymakam’a beddua eden tek Allah’ın kuluna rastlamak imkânsız gibi bir şeydi. Kaymakamdan habersiz neredeyse ilçede kuş uçurtulmuyor. *** Beş-altı aydır Mardin’de göreve başlayan, ancak kendi ekiplerine yeni katılan bir arkadaşlarına, ekibe hoş geldin yemeği için Mardin Hotel…………..‘e ait kafeteryada dört arkadaş buluştu. Otel sahibi Ali Bey onlara krallara layık bir sofra donatı. Dört arkadaş, dışarı da birbirlerini lakapları ile çağırıyorlardı. Lakapları Rambo, İyi, Kötü ve Çirkin’di. Ekibe yeni katılana İyi, adı verilmişti. Ekibin en kıdemlisi Rambo’ydu. Fiziki yapısından dolayı ona bu lakap verilmişti. Çirkin’e bu lakabın verilmesinin sebebi itirafçı, köy korucusu ve ağalarla gerçekten çok çirkin planlar hazırlayıp uygulamaya koyduğu için arkadaşları ona Çirkin lakabını uygun görmüşlerdi. Kötü’ye gelince çok kötü fikirleri olduğu içindi. Kötü’ye kalırsa Saddam gibi tüm bölgeye kimyasal gazlar serpip işi toptan temizlemek gibi bir düşüncesi vardı ama iyi ki o silahlar eline geçmiyordu. Yeni gelene İyi, lakabı vermişlerdi bunun bir nedeni yoktu sadece izledikleri bir filmin kahramanlarını tamamlamak için ona o lakabı vermişlerdi. İyi, çok düşünceliydi nerdeyse yemek yemiyordu. Bu Kötü’nün dikkatinden hiç kaçmamış olacak ki: — Ne o Karadeniz’de gemilerin mi battı? Rambo’da aynı soruyu tekrarladı. — Hakikatten Karadeniz’de gemilerin mi battı? İyi: — Ya arkadaşlar ben buraya tayin isterken büyük hayaller kurmuştum da? Rambo: — Eeee, Hayallerine ne oldu ki? — Boş verin. Çirkin, söze karıştı. — Ya oğlum şakayı bırakında İyi’nin gerçektende bir derdi var. Rambo: — Derdini söyle ki derman bulalım. Çirkin: — Evet söyle. İyi, kısa bir tereddütten sonra üzüntülü ve üzgün bir ses tonu ile konuşmaya başladı. — Ya ben memleketteyken, buralarda görev yapıp ta memlekete dönen. Vali olsun, Kaymakam olsun veya bizim meslekten her kim olursa olsun. Valizle geldikleri bu topraklardan geri dönerlerken, Evkur’lara sattıklarından arta kalan eşyalarını ancak birkaç kamyona zar zor sığdırıp beraberinde götürüp, dönebilmişlerdi. Hele aldıkları daire, yazlık ve arabaları bir yana. Buranın taşı toprağı altın diye geldim. Buralarda para yağdığını söylüyorlardı. Ben onlara özenerek buraya tayin istedim. Hepsi birden. — Eeee — E si şu. Onların anlattıklarına göre hareket ettim. Kredi kartlarımla bir sürü alış-veriş yaptım. Ancak, kaç aydır kredi kartı borçlarımı dahi yatıramadım. Altı aydır gelmişim ne bir olay ne bir çatışma gördüm. Memlekette iken en azında ayda birkaç sefer çartı-curtu çıkıyordu elimize iyi kötü bir şeyler geçiyordu. Burada onlardan da eser yok. Bu gidişle bir banka soymam gerekecek… Masa da derin bir sessizlik oldu. Yeni gelen arkadaşlarının durumunu yeni yeni fark ediyorlardı. Sonra Kötü, Rambo’nun gözlerine baktı. — Hey Rambo, sana verdiğim İhale listelerine bir bak arkadaşa uygun bir ihale tutalım. Rambo, cebinden pos cihazların rulosu gibi uzun uzadıya bir kâğıt çıkardı, göz gezdirdi. — 47 milyarlık bir ihale var uygun mu? Hem de Mardin plakası… Şansa bak Belki İyi’ye uğur getirir. İyi: — Ya arkadaşlar ben inşaat işinden anlamam. Ben buraya bölücüleri/teröristleri avlamaya gelmişim, beni ihale işlerine karıştırmayın. Bu işlerden anlasaydım özel hareketçi değil de müteahhit olurdum. Masada ki diğer kişiler kahkahayı bastı. —İnşaat yapmayacaksın ki! —Haraç mı toplayacağız. O da bana uymaz. —Yoook ya acele etme hele bir dinle. Kötü: — Evet, hele bir dinle. İyi: — Tamam dinliyorum — Bak arkadaş burada biz istediğimiz zaman teröristler ortaya çıkar bizde operasyon yaparız. — Anlamadım — Sen anlamazsın — Kötü, şu Öztürk’ü arasana? — Hamza’yı mı? — Her ne halt ise onu ara işte. — Arıyorum. Yarım saat sonra şapkalı ve şalvarlı bir adam kapıdan içeri girerek masalarına yanaştı. Masaya bir zarf bıraktı. Rambo, zarfta ki adresi alıp, içindekilere dokunmadan İyi’nin önüne koydu. — İhale parası geldi. Al bu senin işini fazlasıyla görür. İyi, şaşırıp kalmıştı. Bölücüleri öldürmenin mükâfatını devlet veriyordu ama burada niye vatandaş veriyordu. Bunu Rambo’ya sordu. Rambo: — Buralarda, bu bölücülerin canını yakmadığı kimse kalmamış. Halk onları bizden daha iyi tanıyor. Bir nevi onlarla kan davalı olmuşlardır. Bizden bu kan davalılarını temizlememiz için para veriyorlar. — Bu bir tür kiralık katil gibi bir şey, bu bana uymaz. — Ya oğlum sen hakikatten İyi, lakabını hak etmeye başladın. Sen terörist öldürünce ikramiye almıyor musun? — Alıyorum. — Eee Bir kişiyi etkisiz hale getirirken devlet baba bize ikramiye verirken o kişinin zararı dokunduğu kişilerinde bize ek bir ikramiye daha vermelerinin ne sakıncası var. Bir taşla iki kuş misali… — Yok, sanki o kişiler için bu işi yapıyoruz gibime geldi de. — Yok, oğlum biz sadece hangi kişinin kime zararı dokunduğunu bildiğimiz için o kişiler için yapmış gibi gösteriyoruz. Amaç bir taşla iki kuş — Anladım. Ya bu yeni aldığınız ihaledekiler? — Bu bir hücre evi buraya sürekli milisler gelip gidiyor. Kuzey Irak’a sürekli giriş çıkış yapan birisi. Bizimle çalışan birçok kişinin ve tanıdıklarının araçları bunun talimatı ile ya yakıldı ya kaçırıldı. Hala bizden bunu temizlememiz için yardım isteyen ve ondan korktuğu için Kuzey Irak’a gidemeyen çok kişi var. — Anladım. — Öyleyse, Yarın Senle Çirkin’e görev veriyorum. Sizlerden bu hücre evinin olduğu sokak ve çevresinin detaylı bir kamera çekimi ve resimlerini istiyorum. Tamamsa kalkalım. — Tamam Yemeklerin çoğu masada kaldı. Çıkışta ısrarlarına rağmen Ali Bey yemek ücretini onlardan almadı. Masayı toplamaya çalışan personel bir yandan da küçük harflerle Ali Bey’e küfürler ediyordu. Bu durumu fark eden garson, arkadaşını uyardı —Yavaş ol Ali Bey duyacak! —Duysun yaaa! Altı aydır para yok diye maaşım içerde. Öte yandan adamların nerdeyse 100 milyonluk yemek hesaplarını yağcılık olsun diye hiç almıyor. Küfürleri arka arkaya sıralamaya devam ettirdi. *** Ertesi gün Cuma namazı saatlerinde, İyi ile Çirkin sivil elbiselerini giyerek, inceleme ve kamera çekimi için kendilerine tarif edilen 2227 Nolu sokaktaydılar. Ancak sokağın iki kenarında akan lağım suların kokusu çekilecek gibi değildi. Bu yüzden Cuma dağılmadan, görevlerini biran evvel bitirmeye gayret ediyorlardı. Buralarda yaşamak imkânsızdı. 4 numaralı evin dört taraftan görüntü ve fotoğraflarını aldılar. Tam işler bitti derken, sokağın başında elinde çantası ile bir öğrenci belirdi. Okul dağılmıştı saatler Cuma’nın dağılmak üzere olduğunu gösteriyordu. Çocuğun ayağındaki terlik İyi’nin gözünden kaçmadı. Çocuğu yanlarına çağırdı. Çocuk, kendisini çağıran yabancılara doğru yaklaştı. İyi: — Senin adın ne? — Uğur. İyi, Kötü’ye baktı. — Rambo demişti. Bu ihale sana Uğur getirecek. Bak Uğur’a rastladık bile… Uğur: — Yaşasın siz kanalizasyon ihalesini mi aldınız? — Yok, arkadaş şaka yapıyor… — Başkan kaç yıldır yapacağım diyor ama bir türlü yapmıyor. — Siz okuma yazma bilmeyenlere oy verdiğiniz sürece, böyle pisliğin içinde yaşarsınız. — Anladım, siz Deniz Feneri Derneğinden gelmişsiniz. Size, bizim Mahalledeki yoksulların evini gösterebilirim. — Sizde yoksul musunuz? — Yok, babamın kamyonu var. — O zaman niye terlikle okula gidiyorsun. — Babamın biraz borçları vardı. Daha yeni kapattı. Iraktan dönerse beraberinde beni de İskenderun’a götürecek, orada ayakkabılar çok ucuzmuş. Bana oradan alacak. İyi: — Güzel, peki sen büyüyünce ne olacaksın. — Aslında ben avukat olmak isterdim ama öğretmenim doktor olmamı istiyor. — Niye ki Avukatlıkta güzel meslek. — Evet, ama sadece hırsızları hapisten kurtarabiliyormuşuz. Düşünenleri ve iyi insanları kurtarmak, haklarını savunmak imkânsızmış. Davaları ve hakları hep büyük mahkemeye kalıyormuş bu yüzden avukat olmaktan vazgeçtim. Doktor olacağım — Hangi büyük mahkeme ye, Yargıtay’a mı? — Yok, öbür dünyaya? — Ha anladım. Ama senin böyle terlikle okula gitmen doğru değil. Gönlüm razı olmuyor. Sana elli milyon değerinde bir soru soracağım. Bilirsen sana elli milyon vereceğim kendine ayakkabı alacaksın. — Sor? — Atatürk; nerede ne zaman ve saat kaçta vefat etti. — Siz benle dalga geçmiyorsunuz, değil mi? — Yok, niye ki? — Bu soruyu ninem bile bilebilir. Daha geçen hafta, Atatürk’ü Anma Haftasıydı. — Olsun. Bakalım, Sen yinede cevap verebilecek misin? — İstanbul Dolmabahçe Sarayı, 10 Kasım 1938 saat dokuzu beş geçe — Aferin elli milyonu hak ettin. Çocuğa elli milyonluk kâğıt parayı uzattı. Çocuk parayı almadı. — Niye almıyorsun — Bana para vermek için kolay soru sordunuz. Ben dilenci değilim. Ben doktor olacağım. — Tamam, o zaman sen bize zor bir soru sor. Bilirsek bu sefer parayı kabul edeceksin. Tamam mı? Çocuk ikisinin gözlerinin içine baktı. — Tamam. İşte sorum: Bindoksandokuz bir daha kaç eder. İkisi de gülmeye başladı. — Tabiî ki ikibin, al parayı şimdi. Çocuk gülümsedi, uzatılan parayı almadan yürüdü. Koşarak onlardan uzaklaştı. İkisi donup kaldı. Birbirlerine baktılar. Doğru cevabı vermişlerdi ama çocuk paralarını almadan kaçıp gitmişti. Çirkin, İyi’ye baktı gülümsedi. — Hakikat’ten sen o lakabı hak etmeye başladın. — Ayağındaki terliği görmedin mi? Bindoksandokuz bir daha ikibin. Ya doğru cevap verdik niye almadı ki. — Haydi, bu pis kokudan uzaklaşalım. Burnumun direği kırıldı nerdeyse. İyi, birkaç kez daha soruyu tekrarladı. Toplama işlemi yaptı ama çocuğun para almamasına bir türlü anlam veremedi. *** 20 Kasım günü ekip tekrar bir araya geldi. Operasyon için en uygun zamanın yarın olduğuna karar verildi. Hem Pazardı, hem de Mardin’in Düşman işgalinden kurtuluş yıl dönümüydü. Kargaşa vardı. Beraberlerinde birkaç tanede kuş polis alıp öylece operasyona karar verdiler. Kötü, bir iki kişiyi aradı. Polis ve jandarmaya ihbarda bulunmaları için. Beş dakika sonra Kötü’ye telefon açtılar. İşlem tamamdı. Hatta ihbar yerini tutsun diye; “Yolda geçecek askeri bir servis aracına ve Hava alanına saldıracaklarını da eklemişlerdi.” Bu Rambo’nun hiç hoşuna gitmemişti. Bu ihbarın ciddiyetini zedeliyordu. Ama bereket versin. Yukarıdakiler, bunu çakacak kadar zeki değildiler. Hemen onlara görev verildi. Onlar da dünden hazırdılar. Ellerinde hazır, matbu arama izinlerin bulunduğu evraktaki mahalle, sokak ve ev numaralarının boş geçtiği forma Kızıltepe Turgut Özal Mahallesi 2227.Sokak No:4 yazdılar. Savcılık arama iznini de böylece kısa yoldan halletmişlerdi. Pazar günü tören dolayısı ile mi başka bir nedenle mi bilinmez Emniyet Müdürü görevini Yardımcısına, Yardımcısı da, Rambo’ya devretti. Ancak, operasyondan sonra evrakları kendilerine imza için götürmelerini istedi. Rambo operasyon parasını alsınlar diye 20 kadar polisin adını görev kâğıdına yazdı. Sabah erkenden dört arkadaş evi gözetleyecek şekilde yerleştiler. Pazar olduğu için öğleye kadar etrafta, kimseler gözükmedi. Etraf çok sakindi. İkindi ezanı okunmasına rağmen hala eve giren çıkan olmamıştı. Rambo: — İyi, Sen ve Çirkin gözünüzü dört açın. Her an gelebilirler. Eve girdiğini görseniz, hatta yanınızdan bile geçseler, benden habersiz tek kurşun atmayacaksınız. Kötü ile on dakikalığına bir yere gidip geleceğiz. — Tamam, siz merak etmeyiniz. Rambo ile Kötü az ilerdeki petrolün Lavabosuna gittiler. Ayrılışlarından on dakika ya geçmiş ya geçmemişti. Sokakta ellerinde keleşle iki kişi gözüktü. İyi’nin dili tutuldu. Çirkin’i eliyle dürtükledi. Gelenleri ona da gösterdi. Mecburen seyredebileceklerdi. Rambo sadece izlemelerini emretmişti. İki kişi sözü edilen hücre evine girdi. Makbule hanım kocası ve oğlu İskenderun’a yük almak için gidecekler diye bu gün akşam yemeğini erkenden ateşe koymuştu. Zira arabanın muayenesi bitmişti. Muayenesini yenileyecek parası da yoktu. Bu yüzden ani bir kararla pazar akşamı yolla çıkmaya karar vermişti. Hem, hafta sonları yollardaki polis kontrolü daha azdı. Hem de erken dönmeleri gerekiyordu. Zira Uğur’unda öğretmenler gününe yetişmesi lazımdı. Ahmet: — Size bir müjde vereyim mi? — Ne müjdesi? — Devletin, 1993 yılında boşaltılan ve yıkılan köyümüzdeki evimizin zararını 5233 sayılı kanun çerçevesinde karşılayacakmış bunun için Avukat Hüseyin Cangir’e vekâlet verdim. Kısa zamanda ödeyeceklermiş. Uğur’da hemen atıldı. — Baba, Cuma günü iki kişi bizim sokağın fotoğraflarını çekiyorlardı. Galiba kanalizasyon ihalesini almışlar. Ama çok gizli tutuyorlardı. — Çok iyi, demek ki başkan bu sokakları hatırlayabildi. Kapı sertçe üst üste çalında. Uğur, kapıya hızla gidip geri döndü: —Babo apocular kapıda: Silahlı iki kişi kapıyı açmalarını beklemeden içeri girmişlerdi bile. İçerde soğuk bir rüzgâr esti. Gelenler, kendilerine haksızlık edenlerin isimlerini vermelerini istiyorlardı. Adam, ise o konuları Allah’a havale ettiğini kimseden şikâyetçi olmadığını ifade etmeye çalıştı. Bunun üzerine adamlar ceplerinden kocaman iki deste para çıkarıp, protesto olaylarında çocuğu ölen aileye vermelerini istediler. Adam, aileyi tanımadığını bundan dolayı da veremeyeceğini söyledi. Oğlu Uğur: — Amca ben onları tanıyorum çok fakirdirler ben onlara getirir veririm. — Aferin sen akıllı bir çocuğa benziyorsun. Al bu parayı onlara götür. — Önce sayayım. Öğretmenim parayı yerde bulsan bile say diyor. — Doğru demiş sen say bakalım. Çocuk daha birinci destenin yarısını saymamıştı ki, durdu. Elindeki paraları yere attı. Eline mürekkep bulaşmıştı. Adamlar çocuğa ters ters baktılar. —Ne oldu? —Bu paralar sahte. Götüremem. Adamlardan birisi eğilip yerdeki paraları aldı. Silahındaki Ay yıldızlı bayrak arması Uğur’un gözünden kaçmadı. —Sizde mi bizim bayrağı kullanıyorsunuz, oysa hep sizin Ayyıldızlı bayrağa karşı olduğunuzu söylerler. Adamlar silahlarına baktılar. Gerçektende çocuğun dediği gibi silahlarında Ayyıldızlı arma vardı. Armaları sökerken çocuğa cevap yetiştirmeye çalışıyorlardı. —Geçen birilerini gebertip silahlarını almıştık. Bu silahlar onlardan kalma, farkına varmamışız. Hemen armayı silahlarından söküp yere attılar. Biri ayakkabısı ile çiğnemeye kalkışınca, Çocuk eliyle son anda armaları ayakkabın altından çekip aldı. Parmakları hafifçe ezildi. Ama çaktırmadı. —Niye bırakmadın. —Öğretmenim bize dedi ki: “Bayraklar asla çiğnenmez Mustafa Kemal Atatürk önüne serilen düşman bayraklarına asla basmamıştır”. Ki, bu bizim bayrağımızdır. Çocuğa ne cevap vereceklerine şaşırıp kaldılar. Hemen geri döndüler. Ancak, beş dakikaya kadar asla dışarı çıkmamalarını ve gelişlerinden kimseye bahsetmemelerini tehditle emrettiler. Çocuk yerden aldığı armalardan birini ders kitabına diğerini de televizyonun kenarına yapıştırdı. Bir iki dakika sonra çarşaflı iki kadın evden dışarı çıktı. Kısa bir süre sonra da Rambo ile Kötü petrolün lavabosundan döndüler. Gözetlemelerdeki İyi ile Çirkin, eve silahlı iki kişinin girdiğini rapor ettiler. Bunun üzerine dışarı çıkmalarını beklemeye başladılar. *** Uğur, kaçıncı kezdir anlatmasına rağmen. Habib matematikteki Kümeleri bir türlü anlamıyordu. Nihat, Anneleri onlara: kitap ve çantalarını toplamalarını söyledi. Zira sofrayı serecekti. Ahmet’te beraberinde götüreceği eşyaları toplamış. Kamyona bırakmak için ayağa kalkmıştı. Battaniyeleri koltuğunun altına alırken, Uğur’da elbise çantasını aldı. Ayaklarına, birer terlik geçirip dışarı çıktılar. Zira hemen döneceklerdi. Yemekler soğumamalıydı. Sofra yerde onları bekliyordu. Evden 50 metre uzaktaki tankere battaniye ve çantayı yerleştirdiler. Ahmet, yarın yükleyeceği yük için bir nakliyeci ile cep telefonunda konuşuyordu. Birden sırtlarında namlular dayandırıldı. — Ellerinizi kaldırın ve diz üstü çökün. Bu ses Uğura hiç yabancı gelmemişti. Uğur’un arkasında Kötü, babasının arkasında Rambo duruyordu. Bir dakika kadar öyle kaldılar. Uğur babasına: — Babo ez denge vana nasdıkım. (Baba ben bunların sesini tanıyorum) . Demesi ile beraber ikisi birden ellerindeki keleşleri havaya doğru seri olarak ateşlediler. Çocuk kulaklarını parmaklarıyla tıkadı. Şarjörü boşaltılan keleşler ve birkaç tane şarjörle birlikte yere atıldılar. Kaymazlar, göz ucu ile yerdeki silahlara baktılar. Uğur: —Baba, kanalizasyon ihalesi değil bu bizim ihalemizmiş. İhale kelimesi duyan Kötü paniğe kapıldı. Uğur’un arkasındaki Kötü, elindeki silahla, önce Uğur’un sağ eline sonrada sol eline iki şer atış yaptı. Çocuğun parmakları kulaklarından çıktı, elleri önüne düştü. Sonra 9 kurşun daha Uğur’un sırtında seri ve hizalı bir şekilde saplandı. Uğur yüzüstü yere yıkıldı. Baba, silahların yine havaya sıkıldığını sanmıştı. Ta ki Uğur, yere düşünce korkunç sonu anladı. Baba, ayağa kalkmaya yeltendi. Ama tam o sırada sol eline ateş edilmiş. Elindeki cep telefonu yere fırlamıştı. Cep telefonu hala açıktı ve karşıdaki tüm konuşmaları ve silah seslerini duymuştu. Sonra onunda kalbinin hizasından sırtına 4 kurşun daha saplandı. Ama hala yıkılmamış diz üstü çökük bir vaziyette Uğur’a bakıyordu. Ağzından ve burnundan kanlar akmaya başlamıştı. Baba için, Güneş, tutulmuş her taraf birden kararmıştı. Uğur’u artık görmüyordu. Rambo: —Temiz. Deyince İyi ve Çirkin’de yanlarına gelmişti. Kötü, Babanın karşısına geçti. Yüzüne namluyu dayadı. Silah ateş almadı. Namluyu alnına dokundurunca Baba sırt üstü düştü. Kötü, birkaç kez daha silahını denedi ama silah ateş almadı. Sonra Çirkin’nin silahını elinden kaptı. Babanın bacaklarına doğru ateş etmeye başladı. İyi: —Ya kötü, Lakabın kötü diye o kadar kötü olmak zorunda değilsin. Adam zaten ölmüş. Boşuna kurşun sıkma. — Sende İyi’sin diye hiç mermi sıkmadın bari gel şu el bombaları uygun bir şekilde bellerine bağla. Biriniz 112’yi arasın birinizde Valiliği haberdar etsin. *** Tüm ajanslara, Valilikçe Mardin Kızıltepe Hava alanına saldırı hazırlığında iki teröristin dur ihtarına, ateşle karşılık vermeleri üzerine ölü ele geçirildiği haberi verildi. Olay yerine bir anda yüzlerce polis ve asker yığıldı. Tüm sokaklar tutuldu. 112 acil servisleri geldi ama müdahale etmelerine izin verilmedi. Sadece cenazeleri almaları için beklemelerini emrettiler. Hipokrat yemini silahlara sökmüyordu. Bunun içinde Savcı Haktanır Hanım efendiyi bekliyorlardı. Savcı Özlem Pınar Haktanır Akkoç, beraberinde birkaç polisle 4 nolu evin bitişiğindeki evin kapısını çaldı. Yandaki evde arama yapacaklarını, birisinin şahit olarak kendilerine eşlik etmelerini istedi. Heyecandan mı, yoksa kekeme mi bilinmez. Kekeleyerek öğretmen olarak tanıtan bir genç, onlarla beraber komşu evi aramaya tanıklık etmek için gitti. Sofra hala yerdeydi. Yemeklere daha dokunulmamıştı. Neredeyse evin altı üstüne getirildi. Hiçbir şey bulunmadı. Çok fakir olacaklar ki, Oyuncak bir silahın bile çıkmaması herkesi hayret içinde bıraktı. Bu ne biçim hücre eviydi. Ancak, duvarda öldürülen Mardin milletvekili Mehmet SİNCAR’ın çerçeveli resmi not edildi. Aramadan sonra az ilerde öldürülen iki kişinin teşhisi için evden dışarı çıktılar. Savcı Özlem Pınar Haktanır Akkoç Hanım: —Dışarıda iki ceset var. Bak bakalım teşhis edebilecek misin? Savcı hanım çocuk cesedini göstererek: — Öğretmen bey, bunu tanıyor musunuz? Öğretmenin dili tutuldu konuşamadı. Savcı hanım sorusunu birkaç kez daha tekrarladı. Öğretmen ağlayarak: —Ama bu benim öğrencim. Savcı dâhil oradaki polislerin çoğu şok oldu, telaşa kapıldılar. Öğretmenden, bir daha bir daha iyi bakmasını istediler. Yanılıyor olmalıydı. — Emin misin? —Ya ben öğrencimi tanımaz mıyım? Yarım saat kadar önce sokakta çocuklarla oynuyordu. Bu okulumuzun 5-c sınıfındaki Uğur Kaymaz. Herkes şok olmuştu. İhaleye katılan Polislerden biri hemen atıldı: — Ama Karanlıkta kocaman adam gibi gözüküyordu. Ellinde ki silahla bize ateş etti. Öğretmen silaha baktı. Sonra Uğur’un ve babasının ayağındaki terliklere baktı. Başını Kızıltepe’nin ufuklarına doğru kaldırdı, batı ufkunda hala kızıl aydınlık vardı. Güneş yeni batmıştı. Bu polisler hangi karanlıktan söz ediyorlardı yoksa güneş tutulmuştu da kimsenin haberi mi yoktu. Öğretmen, gündüzün karanlığına İsyan edercesine bağırdı: —Bu çocuk, bu silahı kaldırabilir mi? Kaldırabilir mi? Kaldırabilir mi? Öğretmen sinir kirizi geçiriyordu. Savcı onu teselli etti. Diğer cesedi de teşhis etmesini istiyordu. Ama öğretmenin gözünde sağanak şeklinde gözyaşları akıyordu. Yerdeki diğer cesedi gözyaşlarından dolayı göremiyordu. —Gözlerim artık görmüyor. Güçlü bir ışık getirmelerini emredildi. Kendisine uzatılan mendil ile Gözyaşlarını silerken yerde yatanın da Uğur’un babası olduğunu hemen anladı. —Tanıyor musunuz? —Evet, bu da çocuğun babası, komşumuz Ahmet Kaymaz. Polisler ve savcı hanım bir daha şok geçirdiler. Savcı hanım: —Sağlıkçılar siz müdahale ettiniz mi? —Hayır, yaklaşmamız için izin vermediler, sadece çocuğun nabzına bakabildik. Oda EKS olmuştu. Tankerin içi arandı. Elbise çantasından başka bir şey bulunulmadığı gibi dış kısmında da çatışma izini gösterecek tek kurşun izi bile yoktu. Yukarıda okuduğunuz gerçekler değerli hocam sayın Mahmut SEMEN tarafından kaleme alınmıştır..
’Buraya bakın,burada, bu kara mermerin altında,bir teneffüs daha yaşasaydı,tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür..Devlet dersinde öldürülmüştür.!’
Gökyüzü kadar uçsuz mesafe var aramızda Altında biz Trajedimiz.. Bir güvercin kanadına da yazılır öykümüz Göğün yıldız toplanabilen en mahrem yerine de.. Utanmadık sevdalanmaya Utanılası bu yer üstünde.. Ama; Ölü bedenlerin belkide olmayan kefenini Giyerken bedenimiz Göz yaşartıcı zulümlerin Gözlerimize kurduğu infilak Enes’lerin,Uğur’ların Ceylan’ların,Şilan’ların,Tuba’ların Yaşayan yaşayamayan Çocuklarımızın kirpiğinde patladıkça Utanır olduk sevda sözcüklerinden Utanır olduk arsızca asılabilen ÖZGÜR Yüreklilerden.! Artık güvercinler Kanadıyla boğuyor kendini Bulaşmasın diye süzülüşüne Oluk oluk akıtılan kan.. Yıldızlarsa Elleriyle örtmüş yüzünü Vahşetin kılıç kesmez Tarihte asla silinmez lekesine Olmasın diye tanık.. Ama artık Ağıt revan olmasın anama Çocuklarım dilinden, kendinden Ve sizlerin kininden korkmasın.. Kara yazılmasın tarihe bu kin Ve Özgürce yaşanamayan sevdalar.. Güvercinler sevdiğimin hasreti Saçlarımdan öpsün ve Duvarlarının arasından Maviyi çalıp Taşlaşmış bezgin yüreklere serpsin.. Ben sevdamı feda ettim Yaşayamam Bu zulüm Bu ölüm bitmeden.. Peki ya siz Taşlaşmış yüreklerinizin içinde Kan kusturduğunuz göğün altında Yer üstünü utanılmayan Kuşların kendini boğmadığı Çocukların korkmadan baktığı Bir tutam UMUT vadedermisiniz bana.? Edemezsiniz.! Ama biz bunca ölüm ve zulüm içinde Taş basarak sevdamızın bağrına ’Özgürlüksüz Asla’ diyor Ve Utanıyoruz.! ’’Asuman Digriyan Li Ser Qosere,Di Vazde Sal u Sezde Gulle, Ev Çawa Adalete.?’’ |
mavi gökten kan damlıyor ........
jasmina...