Yaşıyor densin, yaşıyor…
Bir İstanbul vardı, bir sen, bir de ben...
Bütün ışıklar yanardı ve perdesi açık pencereler vardı… Karanlıklara gömdüğüm bir ben ki, ateş böceklerinden aydınlanan... Kara bir yüz yapışmış bedenime bir sen kokunla ki ne manolya ne de sümbül kokusunu anımsatan... Karanlıkların gözcüsüydü gözlerim ki artık çok geç uyu dediğim... Bir ben... Bütün İstanbul kubbeleri ki başımdan aşağı düşen... Bütün şarkılar ki sesinin tınısı... Ve yokluğunda kayboluşumun sebebi sen... Var olmamın gücü ağlamamın sebebi ki yaşamım benim artık duy beni İstanbul duy ki sil beni kaldırımlarından... Sil ki kavuşayım onlu toprağa... Gölgelerimi ezdir bana ki, yokluğumu sende, havanda, suyunda göreyim… Bir başım var, dört duvardan, duvara çarpan, bir ruhum var prangalanmış sana… Unutulmuşluğuma dair ne varsa, sil duvarlarından… Yalın bırak beni, delikanlı gibi sevilmeyi öğret bana, kapattır gözlerimi, geçmişe dair ne kadar bir ben varsa ki, duru kalayım, arınayım sen gibi, dalga sesine hırçınlıklarımı at üzerimden, öfke zincirlerimi kaldırt bana, göster kubbelerinin ağırlığını üzerimde, sen koca İstanbul, bir beni sersem başlıktan kurtaramadın ki, başım dönüyor azametinden… Yalnızım İstanbul… Adının yanında bir hiçlik düşüyor içime, yalnızlığımla… Koca gövdem bir nokta gövdem olamadı… Bu hırsla göm beni bağrına… Bir İstanbul denilince hiçliğim üzüyor beni… Sevdiklerimi… Sevmediklerimi… Onurumu… Gururumu… Kaybolmuşluğumu düşünüyorum kuytularında… Dur, dur yaşamak güzel derdi birileri, yaşamalıyım ki yaşayabildiğimi görsün... Görünsün... Yaşıyor densin, yaşıyor... Bedenim yangın sonrası olsa da yaşıyor densin… Yanık ve zift karası kokularımla... Anılarımla seninle senle... Mustafa Yılmaz |