SOFRA'NI VURDULAR
’’Tekel işçileri nezdinde tüm İşçilere...’’
gülsüz dikenler batırıyorum tenime düş çözümü bir rüyanın ilk hali çılgınlığım inançlarımı yeniliyorum eskileriyle olmazsa olmazlarım yüreğime yapışmış vazgeçmezliğim... cellât olduysan bir kere elini bildiğin, inandığın kitaba bassan da kabir böceklerinin çiğnediğinden daha fazla et öğütsen de ağız kenarlarındaki zehrin akmasını durduramazsın zira sadıklığını bırakıp köpeklikten çıkıp enik’leşenler dünyanın her yerinde aynı çünkü bir kemiği iki köpeğin paylaştığı görülmemiştir hala… geldiler! gelenler dalgalara diklenen kum taneleri gibi! suya ilişen kız böceği misali konuveren gecekondulardandılar parmak uçlarında fark yaraları güvendiklerinden yana terk edilmişlikleriyle alın yazılarını servis ediyorlardı kendileriyle bir yerlere yaşanmışlıklardan ve bir saat sesi kadar çarpan döş’lerindekilerden hariç ve bir o kadar da kendilerini hatırlatacak kadar inatçı, ciddiydiler… çünkü biliyorlardı ki ‘’mutsuz insan hiçbir yerde fark edilmiyor/du’’ çünkü biliyorlardı ki hak! en çok hak ararken yakışıyordu insana… öyle bir şey vardı ki onlarda dokunsam kirpiğimde donmuş gözlerimde eriyip süzülüp yere düşen iki damla yaş gibiydiler… ’’bakışları birleştiriyordu yıldızları günün gecesinde’’ teneke soba başında düşleriyle ısınıp ve sabaha bayat ekmek saklayan üşümüş çocuklar gibi ısınıyorlardı! yedikleri simitten dökülen susamdan olsa gerek söndü sanıldığında ateş yeniden alevleniyordu onlardan gayrisini bilmiyorum... sakarya meydanında çocuk ruhum koşar onlara ’’tanrılığına son verdim ilahların...’’ bildiğim vicdanımın tek öğretisi hoşgörü ve sevmek ve onlar iflah olmaz bulaşmışlığımı bilmiyorlardı içlerindeyken uğultularında çığlıklarında onlar bana küsse de ben onlara küsmedim bir umudun peşindeydim hep ezbere bildiğim uçurtmalarımı saldığım gök aynıydı hak! böyle aranır dedim güneş kızgını karlara görülenlerin evi meydanlara bismil’li bir işçi bağlama çalıyordu rüzgâra notalardan ölmeden çıktım akıp gittim kanadığım an’lara kendi ölümlerimize ekliydi törenlerimiz hangi dili hangi ırk’ı hangi din’i görsem o benim dedim… çünkü inandığın kadarsın doyduğun oturduğun sofra kadar ‘’sofra’nı vurdular...’’ vurulmuşluğumuzla yaşıyoruz şimdilerde ilk harften son rakama hep brutüs bu haksızlık onlara küçük, bize abaküs silmemek için umudu havada asılı kalmış yüzlerden baktığımda anladım onların tanrılarına da benzemiyordum. dedim ki nasıl olsa yağmur, kar nasıl yağarsa yağsın hala bildiğimiz gibi düşüyor yere ikram edebildiğim vazomdaki suçsuz bir bitkiye içirdiğim suyun miktarı biline ki işte bundandır çoktan katmışlığım önüme rüzgârı… Kenan Can Yoldaşlar 23.01.2010 Ankara |
kusura bakma .