bir şehrin hikayesi"gözlerin bugün garip ve ince bir hüzün ben bu şehrin en çok bir kez olsun göremediğim denize nazır günbatımlarını severim kumsallarca bir aşkı yazmayı köpüklü iyot kokusunun silmesini yazdıklarımı ve martıların elimden kapıp umudu özgürce özgürlüğe havalanmasını... ben bu şehrin en çok saat kuleleri önünde dans eden kaldırım taşlarını severim kitap aralarında gizledikleri manifestoları ahmaklara peşkeş çeken delikanlılarını gece yarılarını severim bir de ağır bir parfüm kokusuyla yüzüme çarpan rüzgar yanılsamalarını... ben bu şehrin en çok ucuz kömür kokularını severim sevişen tenleri pasla ısıtan yarsızlığını dudakları boyalı aşkların izbe bir mektup kağıdında bıraktığı kirli yalnızlığı aşkı alın yazısına gömmüş kadınların çığlıklarını ’ayna ayna söyle bana var mı benden güzel şu dünyada’ çırpınışlarını ben bu şehrin en çok baston dargını iç çekişle serzenen emekçi yoldaşlarını severim sevmek istemesem de severim apoletlerince korkutan oysa ki hep korkan korktukça korkuluklaşan kemik toplayıcılarını gücenmelerini bir de... güneyin, kuzeyin ve doğunun ve de batının tam ortasında vasat sızılarla yoğrulan bu şehrin ay öykünmelerini... yani ben ankaranın en çok bacakları arasında bir aşkı kutsamaya çalışan fahişelerinin makyajlı yüzünün ağrılarını bin prense adamalarını, ve öptükleri kurbağa suretli aşklarla yıkanmalarını severim hani olur ya aşkı bir düşün gözlerinde prensleştirme çabasını sevmem ama bataklık dargını sevdalarda, öpülse de aşkın hep kurbağa kalmakta direnen iflah olmaz inadını... © aysegulguncan/ o c a k i k i b i n o n fotoğraf: Birgül Ulutaş |