BİR SARHOŞUN DRAMI
Bir burukluk var, duygu yüklü zihnimde,
Parlayan yıldız yok, düşüncesiz sinemde, Etraf karanlık, sokaklar ise ıssız, bomboş, Arada sırada karşıma çıkıyor bir sarhoş… Sorarım, çılgınca sevincin nedendir? Yaşın çok genç, gidense ömürdendir, Sağlık, bedeninden kuş gibi uçup gider, Onu yakalayabilmek imkânsız der. Gecenin gizemiyle anlaşır arkadaşlıkta, Üst, baş fena kokar beynin etrafında, Düşüncesi elinden alınmış dünyasında, Yelkenleri suya bırakmış denizin ortasında. Mum misali yanar, yanar da tükenir, Kendi ihtiyacını boş sözlerle giderir. Çökmüş gecenin ölü kâbusu üzerine, Avunur, durur, gerekçesiz sözlerine… Mutluluk çemberi ona daima gel, gel der, Kırk yıllık nasibini de âdeta geri teper. Zararını, kârını bilmiyor yaşantısında, Aç kurdun av için beklediğini karşısında. Nihayeti yakın olmalı, gerçekleri göremiyor, Çatıyor, insanları ve diğer canlıları kırıyor, İnsanlar yaklaşır yardım etmek için bir bir, Bu durumda, onların da ümitleri kırılır. Soğuktan korunmak için bir palto arar, Bulmak için, otuz iki dükkân sorar, Büzüşür yırtık gömleğinin arasında, Toprakla giderir, vücudun bir kısmını da. Ev yok, bark yok, açık bir çadır da Dolaşır bucak bucak, gözler havada, Hele gömlek dursun, bir atlet giye, Yarı çıplak karşına dikilir her durakta. Sevgi hücresi soyutlanmış bahçesinde, Kendi başına yaşar, daracık hücresinde, Fareler, akrepler; yılanlar çıyanlar, Arkadaşlık ediyordu, her gecesinde. Tatsız hayatı, alkolle daha da buruktu, Kalbinde sağlam yer kalmamış çürüktü, Sevgiye ihtiyacı vardı, her nefesinde, Yardım sözleri geliyordu nara yüklü hecesinde. Yaş; yirmi, otuz, kırk, elli; olur altmış, En sonunda kurulan yuvayı da dağıtmış, Bir elinde şişe, diğerinde ise sihirli maşa, Diyordu “Bu halimle nasıl geldim bu yaşa?” Akşamları ıssız karanlık sokakların dostu, Aylarca sıcacık yuvasına sanki küstü. Saçları tomar tomar olmuş gelip, gider, Sakalıyla bıyık suratında ise çorap örer. Gücü, takati kalmamış yıkılıyordu yolda, Ümidi kesilince, dönüyor gözleri havada, Düşse kalkamıyor, kalksa yürüyemiyordu, Aciz kalmıştı, ellerini bile kaldıramıyordu. Saçları kirlenmişti, toprak rengindeydi, Su uzaktı ona, sanki ötelerin ötesindeydi, Yürümeye dermanı yoktu, yol dikenliydi, Gözleri kanlı, suratı ise hep sapsarıydı. Gözlerinden umut yaşları süzülüyordu, Boncuk boncuk akan teri yere iniyordu, Gözyaşıyla her taraf inan ki dere olmuştu, Âdeta onu insanlık deryasına taşıyordu. Bağrışmalar, külhanbeylikler ve arkası, Dünyayı parsellemişler kraldı her birisi. Naralarla yönetiyorlardı şehri, devleti, Temsil ettiklerini zannediyorlardı milleti, Dalıyorlar sokaklara, yolculukları başta, Şişeleri fırlatıyorlar sağa, sola ilk bakışta, Etraf savaş alanına dönüyor, firenler patlıyor, Sonra ya tekerlekte kalıyorlar ya da altta. Anne yok, baba yok, eş yok, evlat yok, yok, Aş yok, para yok, mal yok, mülk yok, yok, His yok, düşünce yok, pil yok, dil yok, yok, Bunların derdi, inan ki çok mu desem çok! Maneviyat yok, tarih yok, ülkü yok, yok, Büyük yok, küçük yok, dengi yok, yok, Kalp yok, kanat yok, ayak yok, uyak yok, Bunların derdi, inan ki çok mu desem çok… Her gördüğüne diyor bana bir metelik lütfen, Onu da tüketiyordu çocuklarına hiç gitmeden, Kalbini, düşüncesini savurganlığa vermişti bile, Savurdukça savruluyordu, sözleri ise nafile. Hal böyle iken, nasıl durabiliriz bu dünyada? Masum insanları kurtarmak varken dünyada, Hakla kucaklaştırmak vardır gerçek mânada, Vicdanımız, o zaman rahat edecektir yuvada. Ses, uçup gider; uçsuz bucaksız fezaya, Zamanı gelmedi mi getirmek için hizaya? Bunlar bataklıktayken asla razı olamayız, Umutsuzca yüzerken insanlığımızı bulmayız. Bir insanı kurtarmanın bütün insanlığı, Kurtarmak olduğunu gerekir bilmemiz, Dünyada acı çile çeken bir insan varsa, Bütün insanların derdi olmalı derdimiz. Ecir Allah’tan deyip başlamalıyız elbette, Her insana aynı heyecan ve samimiyette, Allah rızası için yola çıkmalıyız dirayetle, Bütün insanları kucaklamalıyız iyi niyetle. Lağım çukuru fena kokar, Allah düşürmesin, Çukura düşene de Allah her an hidayet versin. Asıl amacımız insanlığın huzuru için çalışmak, Allah rızası için bütün işleri bilene danışmak. Fakir fukaraya daima yardım talep etmek, Hakkı olmalı Müslüman’ın hakkını istemek, Allah rızası için çalışmak varken şu dünyada, Niçin gönül eğlendiriyoruz asılsız hülyada? Kur’an ve Sünnet, bizi aydınlatır her an, Batıl yola asla sapmaz, okuyup da yaşayan, Atımızı kamçılayıp ilerlemeliyiz yolumuza, Devam edip gitmeliyiz, ebedi hayatımıza. Biz insanız, bil ki mahlûkların en şereflisi, Bunu daima hatırlatıyordu kâinatın efendisi, Aşağıların aşağısı olmak da var bu hayatta, Yükselerek arşa değmek de var bu hayatta. Vapur batıyor, yüzmeyi gerekir bilmemiz, Denizin mavisine aldanmadan yüzmemiz, Vazifemizdir, karaya bir an önce ayak basmak, Oradan da olmalı, bütün dünyaya taşmak… Konya/1990 |
Beğendim…
……………..…………………. Saygı ve Selamlar…