0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
17
Okunma

Sen,
Soğuk rüzgarların kardeşi,
Sert bakışlı dağların çocuğu.
Bir sabah uyanmışsın küllerinden,
Ve taşımışsın yükünü asırların.
Caddelerin geniş, yüreğin dar,
Göğe dikilmiş binaların gölgesinde,
Kaybolmuş eski bahçeler,
Hatıralar tozlu raflarda.
Kış, en çok sana yakışır belki de,
Beyaz örtüsüyle örtüp,
Sessizliğiyle sarıp sarmalayarak.
Ve her kar tanesi,
Bir şehit adı gibi düşer toprağına.
Anıttepe’de durur zaman,
Her taşında bir destan,
Her gölgesinde bir kahraman.
Seni anlamak için,
Sabahın ilk ışığında gitmeli oraya,
Ve dinlemeli sessizliği.
Gar’ın önünde bekleyenlerin hüznü,
Gençlik Parkı’nda kaybolan kahkahalar,
Kuğulu’da yüzen son kuğular gibi,
Yalnız ve bir o kadar gururlu.
Ankara’m,
Sen soğuksun diyorlar,
Bilmiyorlar yüreğinde,
Sakladığın sıcaklığı.
O eski kerpiç evlerde,
Büyüyen çocukların masumiyetini,
Mahalle aralarında kalan,
Son insanlığı.
Sen bir şehirden ötesin,
Bir direnişsin, bir varoluş,
Bazen hüzünlü bir türkü,
Bazen coşkulu bir marş.
Sen,
Türkülerde ağlayan,
Tarihte gülen,
Bizim en gerçek yüzümüz.
Rüzgârına tutunur insan,
Sana alışmak,
Bir ömür sürer belki de.
Ama terk eden bir daha dönemez,
Çünkü sen,
Gitmesini değil,
Özlemesini öğretirsin usulca.
Ve bilirim,
En güzel halin,
Bir akşamüstü,
Etrafını saran dağların morluğunda,
Işıklarını yaktığın andır.
O an,
Bütün yorgunluğunu unutur,
Gülümsersin sessizce,
Başkent olmanın ağır gururuyla.
Sen,
Ankara,
Sadece bir şehir değil,
Bir çocukluk anısı,
Bir ilk aşk mektubu,
Bir vedanın son durağısın.
Ve her gidişimde,
Biraz daha sen kalıyorum içimde,
Biraz daha ben gidiyorum senden.