3
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
85
Okunma

Sabahın camına yaslanmış yüzümün izi,
bir harita gibi yayılıyor ıslakça.
Dışarısı eriyor, renkler süzülüyor
bulanık su birikintilerine.
Bu buğu benim nefesim mi,
yoksa dünyanın üşüyüp
camın arkasına çekilmesi mi?
Belli belirsiz ağaçlar,
sokak lambasının sarı halesi,
kendi kabuğunda yaşayan her şey.
Avucumla sildiğimde
açılan berrak pencere,
bir anlık ihanet gibi.
Sonra yeniden başlıyor buğulanma,
yavaş, inatçı, bir tortu gibi.
Belki de görmem gereken
tam da bu şeffaf perde:
dünya orada, ben burada,
arada yalnızca bir nefes kalınlığında
bir hiçlik.
Cam buğulandıkça içimdeki resimler
beliriyor usul usul.
Çocukluğumun bahçesi,
o kaybolan yüzler,
unutulmuş bir sokağın ıslak taşları.
Dışarıdakinden daha canlı,
daha acı verici bir netlikte.
Ve ben, bu geçici buğunun ressamı,
her nefeste yeniden çiziyorum
ve her nefeste siliniyor
görülmek isteneni,
görülmek istenmeyeni.
Belki de bütün mesele
camı temizlemek değil,
buğunun ardındaki dünyayı
olduğu gibi sevebilmek.
Ya da buğuyu kendi nefesimiz bilip,
ona üflediğimiz hayatı görmek.
Şimdi camda kuruyor ilk iz,
dünya yeniden sert çizgilerine dönüyor.
Ama biliyorum,
yarın yine buğulanacak her şey.
Ve ben yine avucumla
bir pencere açacağım geçici olana,
bir anlık berraklığa,
sonra usulca çekileceğim
kendi sıcak nefesimin
güvenli bulanıklığına.
5.0
100% (5)