1
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
39
Okunma
Cesetler geliyor cepheden,
Siyah torbalar içinde, katlanmış ve mühürlü.
Hangi şehrin sessizliği şimdi parçalanır?
Bilinmez bir mezara yatacak olan, hangi talihsiz çocuğun adıdır bu?
Gecenin puslu örtüsü altında, her biri
Bir anıt, bir yara ve bir yitik hatıradır.
Bu, göklerin sesi değil, tanrıların kavgasıdır belki;
İki bufalonun kafa kafaya çarpışmasının gürültüsü,
Kadim bir tapınak resmi gibi yansır savaş meydanına.
Orada, genç bir hayat, bir fidan denildi koparıldı,
Oysa kökünden sökülen, asırların yükünü taşıyan bir çınardı o.
O çınarın gölgesi ki, bütün bir şehri sarardı.
Ne bir veda, ne bir sitem; sadece soğuk bir izin.
Gitti, arkasına bakmadan, bir daha dönmemek üzere.
Kapıda bekleyen annenin son umudu da kırıldı,
Bir daha öpülemeyecek alınlar, söylenmeyecek masallar kaldı.
Oysa yaşam buyrulmuştu, noktası virgülüne,
Ama kurgunun akışı, bu son sahneyi yazmamıştı.
Savaştan sonraki sessizlik, sirenlerden daha ağırdır.
Kalanlar, boş bir yatağın kenarında nöbet tutar.
Artık ne bir yokuş dinler çığlığı, ne bir vadi yankıyı;
Tükenmiş neferlerin omuzlarında taşınan
Sadece bir beden değil, geleceğin tamamıdır.
O siyah torba, bütün bir neslin ağır yükünü taşır.
Şimdi bu şehir, evlatlarının gölgesinde yas tutar.
Her köşe başında, her kırmızı ışıkta bir anı belirir.
Gidenler huzur buldu mu bilinmez;
Ama kalanlar, o iki bufalonun yorgun yankısını,
Ve sökülen çınarın boş kalan yerini
Hep içlerinde, ebediyen hissedeceklerdir.
Bu, bitmeyen bir ayrılığın ve zorunlu yolun en acı tıkanmasıdır.
5.0
100% (1)