Ruh Depremi
Boğuluyor gibiyim, aldığım her nefeste,
Ölsem de yaşayamam, kaldığım bir kafeste. Sığamam yeryüzüne, kuşlar elimden tutun, Beni tâ ötelere, sonsuzlara uçurun. Yorganım kefen kokar, yastığım sanki taştan, Ben tat alamam yesem, sultana layık aştan. Ver ateşini kardeş.. ki; bir âteş yakayım, Dipsiz düşüncelere dumanında akayım. Ama yok, bir çıkış yok, sanki aklım tutulmuş, Unutma yok, yok bir kul, dünyada unutulmuş. Elbet gerçek olan bu, bu değişmez hakîkat, Neden benim üstüme, yıkılır gökler kat kat. Nasıl bir his bu, nasıl, yok mu getiren yorum? Öyle sıkılır rûhum... sanki ben ölüyorum. Dilim tutulur bazen, içim konuşur içim, Nasıl bir hayattır bu, gâyesiz ve ne biçim? Kaçma, kaçma uzağa, yaklaş kapıya yaklaş. İçimin sesidir bu: Yok bu kapıda telaş!... Anlaşılmaz olan bu, bu gerçeği bilirim, Düğümlenir ve kalır; burda düşüncelerim. Gelmeyiniz üstüme, tavanlar ve ışıklar, Neden taş kesildiniz, siz ipekten yastıklar? Herkes yabancı bana, annem, babam, hatta ben, Neye dokunsam ateş ve neyi tutsam diken. Yerde, herşeyim yerde; yıkılmış bir adamım, Nem varsa parça parça ve uçmuş gibi damım. Ne acaip bir durum, ne akıl almaz bir hâl, Depremden farksız gibi yaşadığım bu ahvâl. Ve sarsıntı bitince, dönerim ben eskiye, Ve sorarım kendime; bunca hâdise niye?! 2008 |