3
Yorum
28
Beğeni
5,0
Puan
325
Okunma

Gecenin sesi perdeden içeri sızdı mademoiselle. (mademasel)
Sigaramın ucunda titreyen bir temmuz gecesi bu.
Radyoda Edith Piaf,
Bir veda mektubunun son satırlarını okur gibi.
Ve senin unuttuğun bir bakış:
sana ait,
Artık sahipsiz olan.
Penceremin önünde istanbul,
Üstünde yaldızsız bir ay,
Altında bin yıllık yalnızlık.
Ve ben, sanki seni değil de
Bir şehri sevmişim gibi.
Sana değil de
Şehre yazılmış şiir masamdaki.
Mademoiselle...
Bu şehirde seni anlatan hiçbir şey kalmadı.
Yalnızca gölgeler var artık,
Adı seninle başlayan ama
Gitmeyi senden öğrenmiş cümleler gibi.
Hatırlıyor musun, mademoiselle?
Tophane’de küçük bir meyhane vardı,
İçinde eski bir gramofon olan.
Biz orada susmayı öğrendik ilk defa.
Sözlerin değil, sessizliğin sesi vardı.
Ama yine de rujun, kadehte kırmızı bir şiirdi.
Sen elinle, pencerenin buharına bir şey çiziyordun.
Eskiden kalbinin şeklini çizerdin,
Ama büyüyünce,
Kalp yerine suskunluk çizer insanlar, değil mi?
Sokaklar ıslaktı o gün,
Galiba şehir, bizden önce ağlamıştı biraz.
Zaman durmuştu bana göre.
Çünkü insanlar susarken,
Hep durur zaman,
Sanki daha uzun acıtmak için.
Daha çok ıstırap çektirmek için.
İşte Mon amour...
Sesindeki kırık camla yaşadım,
Bütün bu sensiz yılları.
Hayalim, hep aynı noktaya düştü içimde:
Adını söyleyemediğim o son akşam.
Ve bir susma biçimiydi artık zaman.
5.0
100% (14)