0
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
170
Okunma

Bir oda ki duvarları yutmuş tüm sesleri,
kırık bir saatin içinde donmuş akreple yelkovan,
suskunluk, dilimin ucunda eriyen bir küp şeker
ama tadı hep kül.
Gecenin koynunda yıldızlar bile kısılmış,
nefes alışım cam kırığı kesiyor havayı.
Sözcükler, avuçlarımda ıslak kelebekler gibi çırpınıyor
sonra düşüp ölüyorlar yere...
Her biri bir mezar taşına dönüşüyor sessizce.
Biliyor musun?
En ağır çığlık, dişlerinin arasında ezilmiş bir ah’tır.
En derin nehir, dudaklarından sızan bir hiç’tir.
Ben sustukça büyüyor içimdeki çöl—
kumlar, gözlerimden kayıp gidiyor.
Bazen bir ayna oluyorum:
karşımda duran herkes kendi sessizliğini görüyor.
Bazen bir kuyu,
dibe vuran taşın yankısı bile boğuluyor.
Bir gül dalıyım solmuş,
yapraklarım dökülürken çıkardığım ses:
Rüzgârın kulağına fısıldanan bir matem.
Bir çocuk resmiyim duvarda,
ellerim hep dilenci—
avuçlarımda biriktirdiğim tek şey:
toz.
Şimdi dinle...
Sessizlik, en çok konuşulmayan yerde güzeldir:
iki yürek arasına gerilmiş o ince telde,
çatlayan bir buz tabakasının altında kalmış balıkta,
ve sen,
söylemeyi unuttuğun o cümleyi
nasıl da büyüttüğünü bilmeden—
bir saksıda çürüyen kökler gibi.
Suskunluğum,
içimdeki denizin tuzunu taşıyor artık.
Bir gün,
bir damla gözyaşıyla çözülür belki
ve dökülürsem eğer,
yeri sessizlik olacak her bir kelimenin..
5.0
100% (2)