2
Yorum
11
Beğeni
4,8
Puan
216
Okunma
Kumlar, dualarını yutarken sessizce,
ayağının altında çatlayan toprak,
bir yalnızlık ki sırtında taşıdığı cübbesinden daha eski.
Güneş, saçlarını yakarken bir kez bile sızmadı dudaklarından ah,
her damla ter, bir elif harfiydi düşen...
Geceleri yıldızları sayardı avuç avuc,
sanki gökyüzü onun yırtık kesesinden dökülen sadaka.
Rüzgâr, sakalında gezinirken bir ney sesi gibi,
bedeni sallandı—
bir mum alevinde eriyen pervane titremesiyle.
"Hiç" dedi, avucunu açarken çölün kalbine,
"hiç" dedi, gözlerinde biriken bulutlar boşanmadan.
Kum fırtınası örttü izlerini,
sanki yürüdüğü yollar bir dervişin gözyaşlarıyla ıslanmış
ve kurumuştu bin kere.
Elleri, kırık bir tesbih gibi titredi havada—
her boncuk, düşmüş bir yıldız, her düğüm, vazgeçilmiş bir dilek.
Bir çocuk gülüşü sakladı sakalının kırlarında,
unutulmuş bir ilahinin nakışıydı belki
veya toprağa karışan son ekmek ufağı...
Sabah olduğunda,
gölgesi yine eksildi ufukta,
bir kilim deseni gibi silinip giderken
ardında bıraktığı tek şey:
rüzgârın dilinde yarım kalmış bir "Hû"...
5.0
88% (7)
3.0
12% (1)