Yitik Zaman
Gecenin sessiz perdesi,
rüzgârın titrek parmaklarında geziniyor. Bir yıldız düştü, hiç var olmamış bir düşe doğru. Zaman, avucundan kayıp giden kum gibi, bir hiçliğin şarkısını söylüyor. Gözlerim, ufkun ötesine düşen bir yankı, bir çocuğun unutulmuş gülüşünde saklı. Duyuyor musun? Toprak, suskun çığlıklarını fısıldıyor göğe, yağmur olup dönecek her kelime. Gölgeler, bir aynanın ardında soluk alıp veriyor. Adımlarım, bana ait olmayan bir yola düşüyor. Belki de tüm yollar, aynı hiçliğe varan birer çağrıdır. Ve sessizlik... yüreğimde büyüyen bir orman, her yaprakta binlerce sır gizli. Bir rüya gibi gelip geçen anılar, dokunulmamış bir sabaha göz kırpıyor. Gecede bir söz saklı, bir sır gibi ağır ve karanlık. Göz kapaklarımın ardında dans eden ışık, bir kelebeğin son uçuşu kadar hüzünlü. Biliyor musun? Yıldızlar bile kayarken kendilerini unutur bazen. Gökyüzü, bir zaman atlası gibi, her iz, bir kayboluşun hatırası. Ellerimde bir hayal tutuyorum, parmak uçlarımda eriyor gece. Belki de hayal dediğimiz, unutulmuş gerçeklerin gölgesidir. Beni çağıran sesler var, rüzgârın kıyısında yankılanıyor. Adımlarım, yerle gök arasında ince bir hat, ne yükselip kaybolabiliyor, ne yere düşüp kırılabiliyor. Bırak, zaman beni nereye savuracaksa savursun. Belki bir çiçeğin ilk tomurcuğunda yeniden doğar umut. Belki bir dalganın köpüğünde kaybolur tüm acı. Çünkü her şey, bir anın içinde başlar ve biter. Yitik zaman, sessiz bir şiir gibi dolanıyor etrafımda, ve ben, o şiirin son dizesini bulmaya çalışıyorum. |