0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
157
Okunma
Anlat onlara
Alnında ak yıldız akıtmalı ayağı aksak kısrağın
Mavi bir sunakta
Bedeninden nasıl vazgeçtiğini.
O ıssız kükürt kokulu şehirde sensizlik mezarlığına
Nasıl azametli bir lahit olarak terk edildiğini
Ve suluklarında kaç yaralı kuşun ahının aktığını.
Anlat onlara
Hayal etmek yetmeyince
Saf çocukluğunu terk edip
Nasıl hırçın bir rüzgara dönüştüğünü,
İçinin taşlı yollarında tekmeler savuran
Karnındaki kelimeleri kursağına taşıyamayan
Bir kadının doğuşunu.
Ya da Midyat kokulu taş evler anlatsın
Süryani şarabının İyonya’ya uzanan yolculuğunu
Bal kabağı kokusunu ve marul tütsüsünü
Gönlü yaşlı zılgıtların nasıl devrim şarkılarına dönüştüğünü
O güzel gözlü ceylanın bile kabuslarının canavarı olduğunu.
Cehennemin ateşini taşlarla beslerken
Ne çok sır birikti derisi yüzülmüş zebanilerin sırtlarında.
Katili belli bir hayatın savcısı, doymadı kanlı kelimelerin tadına
Yakası bitişmiyor ölüm urbasının
Sorun bakalım dünyaya, bu da geçer mi
Ay yine dolunayı selamlar mı
Yitirmeden nefesini bırakır mı son öpüşünü o lahitin baş ucuna?
Kanatların uçmaya yetmediğini öğrendiğinde çocuktu henüz
Şimdi ateşten surların üstünde oturmuş
Ayaklarıyla boşluğu okşarken
Onun hala çocuk olduğunu unutma
Ve “inandır bir gün masalların da gerçeğe dönüşebileceğine.”
AYLİN