ANLAT
Anlat onlara
Alnında ak yıldız akıtmalı ayağı aksak kısrağın Mavi bir sunakta Bedeninden nasıl vazgeçtiğini. O ıssız kükürt kokulu şehirde sensizlik mezarlığına Nasıl azametli bir lahit olarak terk edildiğini Ve suluklarında kaç yaralı kuşun ahının aktığını. Anlat onlara Hayal etmek yetmeyince Saf çocukluğunu terk edip Nasıl hırçın bir rüzgara dönüştüğünü, İçinin taşlı yollarında tekmeler savuran Karnındaki kelimeleri kursağına taşıyamayan Bir kadının doğuşunu. Ya da Midyat kokulu taş evler anlatsın Süryani şarabının İyonya’ya uzanan yolculuğunu Bal kabağı kokusunu ve marul tütsüsünü Gönlü yaşlı zılgıtların nasıl devrim şarkılarına dönüştüğünü O güzel gözlü ceylanın bile kabuslarının canavarı olduğunu. Cehennemin ateşini taşlarla beslerken Ne çok sır birikti derisi yüzülmüş zebanilerin sırtlarında. Katili belli bir hayatın savcısı, doymadı kanlı kelimelerin tadına Yakası bitişmiyor ölüm urbasının Sorun bakalım dünyaya, bu da geçer mi Ay yine dolunayı selamlar mı Yitirmeden nefesini bırakır mı son öpüşünü o lahitin baş ucuna? Kanatların uçmaya yetmediğini öğrendiğinde çocuktu henüz Şimdi ateşten surların üstünde oturmuş Ayaklarıyla boşluğu okşarken Onun hala çocuk olduğunu unutma Ve “inandır bir gün masalların da gerçeğe dönüşebileceğine.” AYLİN |