NAZIM (3)Şiirin hikayesini görmek için tıklayın “1921’de doğdum / doğduğum şehre dönmedim bir daha / geriye dönmeyi sevmem / üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim /on dokuzumda Moskova’da Kominist Üniversite öğrenciliği / kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka Paerti konuğu / yemediğim yemek yok gibidir. / ve on dördümden beri şairlik ederim./
Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir / ben ayrılıkların / kimi insan ezbere sayar yıldızların adını / ben hasretlerin /Hapislerde de yattım büyük otellerde de / açlık çektim açlık grevinde / ve tadmadığım yemek yok gibidir./ Otuzumda asılmamı istediler, / kırk sekizimde Barış Madalyası’nın bana verilmesini, / verdiler de. / otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare beton, / elli dokuzumda onsekiz saatte uçtum Prag’dan Havana’ya. / ...” Diye 11 Eylül 1961’de Doğu Berlinde yazdığı AUTOBİYOGRAFİ(=Özgeçmiş) şiirinin başında kendini bize tanıtan(lütfen şiirin tamamını okuyunuz) Büyük Türk Şairi Nazım Hikmet’in (bildiğim kadarıyla) Türkiye’de dikili bir heykeli yoktur. İlişkteki şiir HAYDARPAŞA GAR OTELİ ŞİİRKAYELERİ’ den alınmıştır. İleride basılacak olan bu 7 kitapıni tüm gelir bu amaca bağışlanmıştır.
“Denizde balık kokusuyla(*)
döşemelerde tahtakurusuyla gelir ............Haydarpaşa Garı’nda bahar. Sepetler ve heybeler ............merdvenlerden inip, ............merdivenleri çıkıp ............merdivenleri tutuyorlar. Polisin yanında bir çocuk ............-tahminen beş yaşında- ........................iniyor merdivenleri. Nufusta kaydı yok fakat ismi Kemal. Merdivenleri bir heybe çıkıyordu, ............bir halı bir heybe. Merdivenlerden inen Kemal ............yapa yalnızdı, ........................-kundurasız ve gömleksiz- ........................ortasında baharın. Açlığından başka bir şey hatırlamıyor, ............birde hayal meyal ........................karanlık bir yerde bir kadın. Merdivenleri çıkan heybenin kırmızı, mavi, siyahlı nakışları. Halı heybeler ............ata, katıra, yaylıya binerlerdi, şimdi şimendüfere biniyorlar.” Burası şirin martıları, dost dalgaları, dalgakıranı, yeşil yosun sakallı yaşlı dubaları, isli paslı yağlı halat bağlı döküm babaları, gişesi, rıhtımı, büfesi ve oteli ile Haydarpaşa İskelesi, eskilerin Haydarpaşa Ana Garı, bugünün İstanbul Kültür ve Sanayi Fuarı. Düz, yalın ve bilge üç merdiven üstünde bir bronz heykel kalın, uzun, kışlık mahpushane abasını sermiş altına, bir ayağını denize doğru uzatmış hafif yana yatmış oturuyor. Bir eli ütüsüz kırışık keten pantolonunun dizinde, öbürünün dirseği yanda duran mermer sandığın üstünde. Elinde ucu süngü gibi sivri tunçtan kalemi ile... Hayır yazmıyor! Neden mi? Yazsaydı kağıda değerdi kalemi! Tunç heykelin dirsek altındaki sandık üstünde bir kağıt duruyor, mermer oda ve sığmıyor sandığa; Salarak kendini aşşağıya, basamak-basamak basarak merdivenleri, dalgalı bir örtü gibi kayıyor iskele meydanına. Bu adam bıçak gibi ağzını açmadan tutuyor elinde demir, bakır, kalay, kurşun karışımı tunçtan kalemi. Öne eğimli boynu uzamış dim-dik ileri, kıpırtısız, kararlı, mağrur ve derin gözleriyle ne bakıyor kağıda nede kalabalığa, bakıyor yalnızca denize. İki martı -tunçtan değil canlı- biri kıvırcık saçları üzerinde heykelin, diğerinin boyu heykelin kulağına değin. İlkin birşeyler söylüyor sonra başını öne eğip, kanat çırpıp gülüyor -ya da bana öyle geliyor- Heykel mağrur, heykel ciddi, heykel tunçtan, heykel taş gibi suskun duruyor. Heykel, heykel olmanın, bu basamaklarda oturmanın sorumluluğunu duyuyor. Diğer martı -Heykelin kıvırcık saçları üstünde duranı- açtı gergin kanatlarını çırpmadan, kayıp-kondu diğer koluna bu sorumluluğun. Omuzundaki; Uzattı bir kanadını geri, diğerini gagası önünde tutarak ve heykelin kulağına usulca birşeyler fısıldayarak, ona geride duran Haydarpaşa Gar Oteli’ni gösterdi. Her otu yemesini gayet iyi bilen ben, martıcadan hiç anlamam ama, zannımca; "Haydarpaşa Garı‘nda..." Diye başlayan bir şiir konuşuluyor; "1941 baharında …………saat on beş, ……………………merdivenlerin üstünde güneş ………………………………yorgunluk …………………………………………ve telaş. Bir adam …………merdivenlerde oturuyor ……………………birşeyler düşünerek.“ ………………………………Zayıf, ………………………………korkak, ………………………………burnu sivri ve uzun, yanaklarının üstü çopur…“ Ve tuhaf şeyler düşünmekle meşhur olan Galip Usta değil bu adam. Belli ki; kalın, uzun, kışlık mahpushane abası üstüne yayılmış hafif yana yatmış ve boynunu ileri uzatmış, kıpırdamadan denize bakan merdivende oturan kişi, şairin kendisi; "Merdivenlerden mahkümlar çıkıyordu …………şakalaşıp …………gülüşerek. Üç erkeK bir kadın …………ve dört jandarma. …………Erkekler kelepçeli, kadın kelepçesiz jandarmalar süngülü. Merdivenler üstünde bir kayısı gülü, bir cigara paketi, …………bir gazete kadı.“ Bir mahküm başını kaldırıp heykele baktı; „Mahkümlar durakladı, jandarma Hasan …………tokalaştı Ahmet onbaşıyla, jandarma Haydar …………aldı yerden boş paketi …………soktu cebine.“ Dur hele Kara Zurna,(**) sen yine hepten sapıttın! O günün Ana Garı‘nı bugünün "İstanbul Kültür ve Sanayi Fuarı" yaptın, bir şey demedik: " Mahkümlardan biri şairin kendisidir." Dedin, haydi onuda yedik! Diyelim ki bu adam; „Merdivenlerde durup heykele bakan“ mahküm şairin kendisi, ya bu Tunç Heykel de neyin-nesi?“ Ayrıca 1941 yılı nere, bugün nere, aradan üç çeyrek yüzyıl geçmiş bre! Bu mahkümlardan biri nereden bilebilirdi ki günün birinde bu merdivenlere heykelinin dikileceğini? Sen karıştırmışsın herşeyi. Valla, 75 yıl nedir ki usta? Bakarsın 3 çeyrek yüzyıl sonra, -tahminen 2100 yılı ortalarında- martı olarak tekrar gelirsem dünyaya, konarsam bu sorumluluğun kıvırcık saçlarına, uçmadan gergin kanat açar, çırpınmadan sıçrar, kayarsam omuzuna ve fısıldarsam martıca kulağına 75 yıl önce yazdığı şiiri; 75 yılda gelmişse ustam buraya kadar demek ki daha bir 75 yılı var heykelinin dikileceği. Bence şair ileriyi görebildiği sürece şairdir. İnsan olduğu için ölür ve yıllar sonra gelir, aynı merdivenlerde dikili heykelini görür! (*) HAYDARPAŞA GAR OTELİ ŞİİRKAYELERİ (9) da yer alan bu şiir olumlu bir başlangıç olması nedeniyle 1.nci kitabın başına alınmıştır. Yana yatık dizeler; Nazım Hikmet’in MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI kitabından alıntıdır. Ona özgü satır kaydırmaları(Bilgisayar Teknik-Zorunluluğu nedeniyle) noktalanarak ileri itilmiştir. (**) KARA ZURNA adı „Kara Hiciv Felsefe“ ile şiir yazan şahsıma aittir. Bunun örneklerini internette okuyabilirsiniz. |