BU GECE İSTANBUL
BU GECE İSTANBUL
I hava soğuk, hava buz gibi boğazın dingin suları çekilmiş koyuna ışıklar yorgun ve sen yoksun diye korkma -karanlıktan korkan çocukların müzik kutusudur kız kulesi-* karayel en güzel ipeklerini giymiş bu gece kırmızı yel içen havasında değil İstanbul. II İstanbul bu gece bir başka iki yakası bir araya gelmemiş bir ayyaş bu gece türküleri bir hoş -bir fincan kahve, bir kadeh konyak ölüm yolcusunun son arzusu-* uçacak kule arıyordu körkütük sarhoş İstanbul’un kanatları kırık Beyoğlu’nda. III dilim tutulmuş ve sağır olmuş kulaklarım -düşü gerçek kılan bilir rüzgarla bir olan bilir-* bu gece İstanbul bir elmas kadar sert ve parçalanmış uçurum ağızları gibi keskin çatlayan yüreğimin üstünden bu gece İstanbul. IV çatlayan kubbeler, süzülen kar karlar üstünde gezginler beyaz elbiseler giyer ve siyah saçları sallanır ayazda bembeyaz kanlı delikanlının gönül izleri var -yeni yeni ağarıyordur vakit ve çok eski bir kazı ki bir virgül gibi düşüyor baş aşağı Balat’a- * kurak ve sağır kulaklarına İstanbul’un. V bu keskin ayazda tohuma duran sesimizi duysunlar diye haykırıyoruz -tohumdayken ucuza kapatıp sandıklarla çuvallarla örgütsüz emeği-* Ve biz mavi tulumların yan ceplerinde umut taşıyoruz İstanbul’un iki yakasını ilikliyoruz, ısıtsın diye yüreğimizi iliklerimize kadar işleyen soğuğu atarak açıyoruz bu ‘körler ülkesinin’ gözlerini, görsün diye gerçeği. VI ay, ‘körler ülkesinin’ gözlerine ışık saçıyor parlaklara büründü onlar bu gece -belki düşlerine bile girmeyeceğim-* dikenli tellerini aşarak o cesaret şantiyelerinin kafataslarından örülü yasak duvarlarla mazot tankerlerinin yanına sinmişler bu gece. VII karanlıkta koparılarak okunmamış aşağı fırlatılan -kitapları, dergileri, gazeteleri, gerekirse resimleri başkalarının ‘bozuk’ dediği dengeni-* ithal makinaların ve yırtılan gök çarşafları topladılar karların üstünden, durak diplerinden çanakları isyana açılan lotus çiçeklerinin gülümsemesi. VIII isyan eden yedi tepenin gürültüsü -ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu-* yasak bölgelerinin sırlarını açığa çıkaran eylemin yedi sisli tepe bıraktın ardından ve yedi tane yara açtın toprağa karanlığa meydan okuyarak İstanbul’u sarsan! IX işsizlik acı veren bir yaradır ve İstanbul soluk bir hayalet gibi karanlığa gömülür dışarda denizlerden yükselen bembeyaz köpüklerin o ağır metal uğultuları duyulur -bir katar kaybolur Haydarpaşa Garı’ndan-* ve yıldızlara uzanan bacaları, barakalar var dışarda. X barakaların karanlığa açılan yıldız ışıkları -Senin en karanlık göklerinde salkım salkım yıldızların var-* dışarda barakaların adamları çarıklı kabansız, parkasız ve iliksiz giysileri yıldızların ince ipek pelerinleriyle ömürleri çorak mevsimlere sürüyor İstanbul bu gece. XI şimdi Beyazıt Meydanı’ndan bana işmar eden bir sevgili, yıldızların sonsuza saçılmış bakır sarısı saçlarıyla -ders kitabı bir elinde, bir elinde başlamadan biten rüyası-* ve uçuklayan dudaklarında emeğin tadını çıkaran bir kızıl ıslık belki allı turnayı çalıp söyler yoldaşlarım. XII en yakın dostum, en azgın düşmanım -seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim-* sen o kırmızı/beyaz güllerin arasında diken ve zehirli zakkumlarla gözlerimin ucunda ve yedi katlı bir yediveren gibisin bu manifestolu avuçlarımın içinde İstanbul’umsun! |