Halil İbrahim!
bir inşaat kalfası vardı bizim orda
çanakçının ötesinde, günbatısında şehrin. anadan doğma işçiydi tepeden tırnağa sigortası yoktu ama tiryakiliği vardı büyük izmaritleri hiç kaçırmazdı, uyanıktı eğilip alır, tabakasına koyardı ve tüttürürdü ikide bir küfrederek işçilere ve sendikalarına derken hava döndü de yüzde atmış zam geldi çimentonun torbasına demire yüzde seksen ve umudun silindiği, aç tavuk düşlerinin bittiği yerde onur’a yüzde milyon kere zam. geçen gün millet bahçesinin çay ocağında gördüm onu oturmuş, uzaklara bakıyordu derin derin yanaştım böyle boş oturmazdı o bu inşaat mevsiminde, sordum: “nasılsın kral?” suçlu bir çocuk gibi irkilerek baktı yüzüme boynu bükük bir şey ısmarlayamadı bana anladım, allahın kuruşu yoktu cebinde, meteliksizdi sonra, çay söyledim ona, içtik güle ağlaya ve özür diler gibi dudakları titreyerek: “hocam siz haklısınız galiba!” diye mırıldandı ve toprak tava gelmişti tırnaklarımın ucunda yalınayak yeni bir gün kanıyordu uzak ufuklarda o dev aynasında dirilişin yeni bir gün bar bar bağırıp haykırarak: “hoş geldin halil ibrahim!” |