HASRETSaçakta sarkık olan, buzdan akan su gibi; Damla damla içimden, tüm kanım süzülüyor. Dokunduğu her şeyi, hemen yakan su gibi, Kezzap ile bedenim, kırışıp büzülüyor. Bu anlamsız şiirin, hasret olmuştur adı, Neden bu ismi verdim; çoğu insan bilmiyor. İnleyen şu ruhumun, bitmeyen bu feryadı, Yıllardır kısılmadı ve asla kesilmiyor. Meğer ne çok güzelmiş, kötü dediğim günler! Hasret her gün kedere, bir kapıyı aralar, Canlanıyor zihnimde, bugün andığım dünler. Açıldı yüreğimde saklı kalan yaralar, Hiçbir sargı kâr etmez, hiçbir tabip saramaz, Ölene kadar böyle, bir ömür süreceğim! Konuşmak fayda vermez, susmak işe yaramaz, “Nasip” deyip kendime, teselli vereceğim. Gözüm kefenli gördü, beslediğim umudu, Tütmüyordu dumanım ama ateşim vardı. Gel omuzla dediler, uğurlanan tabudu, Yükü fazla ağırdı; onda kardeşim vardı. Biliyordum ki ona, gücüm asla yetmezdi, Almadım; arkasında pek halsizce yürüdüm. Alsaydım ayaklarım, kabristana gitmezdi, O ıssız bir mezarda; ben yaşarken çürüdüm. Sarmıştı benliğimi acı, hüzün, çile, gam; Dostlarım tarafından, çokça ağıt yakıldı. Bir dağ kadar heybetli, koca gövdeli adam, Yüz üstü yere düştü, bir mezara yıkıldı. Bir seksen boylarına, pek hoştu mimikleri, Düşmanlarım yapmazdı, bana bu yaptığını. Eti çoktan döküldü, yeşerdi kemikleri, Heyhat! Böylece oldu, biraz toprak yığını. Şundan emin olunuz: “Asla gülmedi yüzüm.” Gidenler zanneder mi, kalanlar hep güldüler? Tarihlere yazılsın, benim şu acı sözüm; “Benden sonra doğanlar, benden önce öldüler.” |
Hayırlı Ramazanlar.