SERA / 2.Mektup
SERA / 2.MEKTUP
“… Bakışların bir şarkı söylüyordu hiç bilmediğim. Seni dinliyordum, bakışlarını dinliyordum. Dağ başında apansız karşıma çıkan bir pınardı, Sanki gözlerin. Eğilip su içmek istiyordum Kirpiklerinin arasından. İçimde yaktığın ateşi Söndürmek istiyordum. …” Ümit Yaşar OĞUZCAN Sera! Senden; yazdıklarıma bir cevap ve bir karşılık beklediğim başka bir mevsim daha. Ama biliyorum ki aynı duyguların gemisinde yol alıyor, aynı gecenin yıldızlarına el uzatıyor ve aynı gökyüzünün farklı yerlerinde hüzünleniyoruz. Yaptığımız yanlışların bir karşılığı olmalıydı tabi ki. O hırsla karar verip akşamın sarhoşluğunda, sonrasında güneşi doğmamış bir sabahın nasılda karanlığında kayboluyoruz. Seçimlerimiz nasılda değiştiriyor çocukken dinlediğimiz masalların sonlarını. Kendi derinliğimizi unutuyoruz bazen, keşfetmek yerine. Şimdi hangi şehrin kalabalığında ölesiye yalnızlık çekiyorsun. Hangi parkta oturuyor, hangi denizin ufuktan sahile vuran dalgalarında kaybolup gidiyorsun. Belki de uçan kuşları seyrediyor; ellerinle saçlarının uçlarına dokunup, hatıralarla anlamsızca tebessüm ediyorsun. Nasıl olduğunu bilmiyorum. İyi olup olmadığını. Yaşadığım hayatın bu saatten sonra bana istediklerimi sunacağına olan inancım gün geçtikçe tükeniyor. Oysa ki akşamında buluşup seninle, ateş kenarında bir hayal, Gül ağacından sallanan bir sandalye ve bitmez tükenmez bir haykırışla sevdiğimizi söylemenin mutluluğunu yaşamak varken. Şimdi bir sonra ki akşamın hayalini kuruyoruz yine aynısını arzulayana dek. Neden bu kadar parçalanıyor ve neden bu kadar acı veriyor Sera. Güzel şeylerin hayalini kurmak mutluluk vermesi gerekirken, gözlerimden akan yaşlar neden canımı acıtıyor. Çocukluktan kalan fotoğrafıma her baktığımda görebildiğim şey soğuktan kızarmış bir burun, sürekli bir suçluluk mahçubiyeti, ve gelecekten habersiz masum bir çocuk. Hatırladığım sarı bir oyuncak fil ve eski bir pilli radyo. … Bir önceki mektubumda kaldığım yurttan bahsetmiştim. Güzel günlerim oldu yurtta Sera. Bir bardak çayın gerçek tadını ve kıymetini, tıpkı eskiden olduğu gibi Televizyon ve Telefonun olmadığı zamanlardaki gibi akşam sohbetlerinin ve en önemlisi kendiyle baş başa kalabiliyor olması insanın. Tüm bunları anımsamıştık zaten beraber Tartanzade Hacı Ahmet Efendi Konağında. Hocalarımızın her hafta sonu düzenlediği ve kazanan talebeye de hediyeler verdiği bahçe çimleri üzerinde yaptığımız güreşler. Bir defasında çok fazla merak ettiğim sigaranın tadını öğrenebilmek için bir tane içmiştim ve içerken hocama yakalanmıştım. Güzel bir kulak ve tek ayak üstünde kalma cezası almış, ardından pişmanlık yaşamıştım. Birçok güzel hissi ve huzuru her sabah kalkıp beraber kıldığımız namazlarda bulmuştum. Namaz sonrası güneşin doğuşu ve ağlayarak alemlerin Rabbine teslimiyet. Bu duyguların ifadesi anlatılamaz. Saatlerce veya sayfalarca Sera. Hayatım da birçok şey zamanın azizliğine uğradı ve yine zamanla. Lise yıllarımda aynı içe kapanık ve hayalperest yanım varlığını sürdürdü. Kimseyle konuşmaz, arkadaş edinmez, ders aralarında bahçenin en dip köşesinde ağaç altında kitaplar okur ve etrafı seyrederdim derin düşüncelerle. Okuldaki öğrencilerin bu halime alışmaları çok uzun sürmedi. Kimileri çok çalışkan olduğumu düşünüp kibrimden kimseyle muhabbet etmediğimi, kimileri ise çok tuhaf olduğuma kanaat getiriyor ve benden uzak duruyordu. ‘İlk’lerin yaşanmaya başladığı yıllar…İlk defa göz göze geldiğin bir kadın için kalbinin normalden fazla çarpması. Anlatacak o kadar çok şeyin olmasına rağmen seni susturacak kadar titreten o heyecan. Âşık olduğumu düşündüğüm ve aşkla ilk tanıştığım yıllardı lise yıllarım. İlk defa beşerî olarak bir kadının sevilmeye layık birçok güzel yanı olduğu kanaatine kendimi kaptırdığım yıllar… Yıllarca peşinden koştuğum ve asla bir kez bile dönüp yüzüme bakmayan o hayat dolu, benim tam zıttım olan insan. O kadar içe kapanık ve düşünceli bir insanın hayat dolu ve güler yüzlü hiçbir şeyi kafasına takmayan o kadına karşı ne kadar şansı olabilirdi ki. Su ve Ateşin aşkı gibi olurdu zaten. Ama öyle olmadı. Lise son sınıfa geldiğimde ona karşı hissettiğim duyguların azaldığını ve asıl aradığım şeyin onda olmadığını fark ettim. Azalan bu hislerimin nedeni tekliflerime karşılık vermediği için değil, tüm arayışlarımın bende uyandırdığı o beklentinin tamamı ile bir alakası olmamasıydı. Çünkü onun içinde yaşadığı Dünya çok farklıydı. Serseri ruhlu, kavgacı ve birçok kötü alışkanlığı olan erkek ile görüşüyor ama yine de yıllarca ona gönderdiğim her teklifi ve şiiri bir nevi suratıma bir kırbaç gibi vuruyordu. Ve sanırım Şiir’den ve duygulardan bu denli anlamayan bir insana çok fazla değer vermiş olmanın rahatsızlığı, caddelerde rüzgârın yaprakları savurduğu gibi ona olan hislerimi de alıp götürdü. Lise yıllarım bitmek üzereydi. Ve yine bahçede oturmuş bir yandan kahve içiyor, diğer yandan kitap okuyordum. Hiç ummadığım bir anda derince dalmışken tanıdığım bir ses duydum yanı başımda. Yıllarca kendimi ona duyurmaya çalıştığım, beni görmeyenim. Önce müsaade isteyerek yanımda oturmak istedi. Kafamı hafifçe sallayarak oturmasını istedim. Önce bileklerinden geriye çekilmiş paltosunun kollarını elleriyle avuç içine kadar getirerek yeniden kaymaması için sıkıca tuttu. Sonra yılların vermiş olduğu anlamsızlığın bir yansıması olarak gördüğüm dudaklarını ısırmaya başladı. Ve biraz mahcubiyetle beraber şöyle dedi; “-Öncelikle senden özür dilerim. Uzun zamandır kaba davranışlarıma ve elimin tersiyle seni her fırsatta geri çevirmeme rağmen yine de vazgeçmedin benden. Eğer hala mümkünse… “ Dedi, yıllarca kendisi için mücadelemi tiksinerek bir kenara attığını unutarak. Bir sonraki mevsime dek Sera… Meçhul denizlerde kefen denen kumaşa sarılmazsa bu beden, keşkelerin sancısıyla kahrolmazsa ve son nefesi verdiğimde açık kalmış gözlerimin baktığı yerde neler olduğunu bilebilseydi keder. Belki bir gün şu koca dünyanın yükünü sırtlamışçasına yorgun, suçsuz olmama rağmen üzerimde ki yaramazlık korkularım ve hüzünlü bakışlarıma rağmen saçlarımı okşayarak bir şarkı fısıldarsın. Satırlarıma, bir sonra ki mektubu yazıncaya dek son verirken, İyi olmanı temenni ederek selefi bir dille, “… Dağılır yaprak yaprak hayalindeki suya Bir başka gözle bakarsın ömür denen uykuya. … Gelir ve tekrar doğar ölmüş sandığın aşka Anlarsın ölüm yoktur geçen zamandan başka.” Ahmet Hamdi Tanpınar Hoşça Kal Sera... |