HÜZÜN
HÜZÜN
Canımdan içreydi nefesten yakın, Dilimde bir garip besteydi hüzün. Resmime bakıp da aldanma sakın, Yüreğimde deste desteydi hüzün. Kalkardım sabahın henüz beşinde, Babam çift sürerdi bense peşinde Çoraplarım yündü, mesim meşinde Başımdaki eski festeydi hüzün. Kücüçüktüm daha on yaşlarında, Yalnız kaldığımda dağ başlarında, Anamın döktüğü gözyaşlarında Duyduğum o kısık sesteydi hüzün. Çaresizlik ekip yokluk biçerken, Sefaleti yudum yudum içerken, Çektiğimiz çile kayda geçerken Sesimizi örten sustaydı hüzün. Sonbaharlar kışa döndüğü zaman, Kuşlar pervazlara konduğu zaman, Evlerde sobalar söndüğü zaman Camları kaplayan pustaydı hüzün. Kayalara nazır köyümüz vardı, Çok şükür çorbamız çayımız vardı, Lakin sekizde bir payımız vardı Sofrada boş kalan tastaydı hüzün. Babam yokluk denen yarası için, Vardı şehre işçi sırası için, Bir kış günü ekmek parası için Gurbete gittiği Fas’taydı hüzün. Çizgili pijama yırtık mintanla, Ağzında öksürük gözünde kanla, Derisi kırışmış emanet canla Ölümü bekleyen hastaydı hüzün. Sarı Saffet emmi öldüğü zaman, Oğlu Bekir saç baş yolduğu zaman, Gözyaşı koynuna dolduğu zaman Onunla tuttuğum yastaydı hüzün. Koyup gittikleri ahşap yapının, Duvara dayalı kürek sapının, Tozlu pencerenin, demir kapının Üzerine sinen pastaydı hüzün. Aydın YÜKSEL-ANKARA |
Yollarına varamayan yorgun dizlerin
Birgün gelir umudunu bekleyenlerin
Gözlerinde yaşlan postaydı hüzün
Ah üstadımmm gene doğru yerdeyim