Anlatıyorum Ama Sen
Bir psikiyatri koltuğunda buluyorum kendimi!
Anlat diyor doktor, anlat! Ya da sonsuza kadar sus diye içimden mırıldanıyorum. Ne anlatayım veya nasıl, seni hiç tanımıyorum ki? İnsan yakınlarına hatta en yakınına bile anlatamazken, anlatsa bile yabancı kalırken cümlelere sen beni nasıl tanımlarsın üç beş kelimeyle? Ya ben nasıl özetlerim serçelerin soğuktan donarak öldüğünü, kedinin kırık ayağını, dilencinin gözlerindeki açlığını, şehit anasının dramını, yanında vurulan arkadaşının korkmuş yüzünü? Anlat! Oysa anlatacak ne de çok şeyim var. Yalanlar, kandırmalar, korkular… Köşe başından gelen kepenk sesini. Gereksiz korna seslerini. İş makinelerini. Zırlayan veletleri. Özlediğini söyleyen delikanlıyı bende diye geçiştiren gamsızlığa vurmuş kızı. Gazoz kapaklarını kuma, toprağa, değmeye hasret gitmiş ayaklarımı. Anlat! Sen anlatır mıydın? Anlatmaktan yorgun anlaşılmamaktan susmuş, sessizliğine kapanıp kelimelere boğulmuşken mi? Rahipler miydi konuşmama yemini edenler? Yoksa onlarda mı fark etmişlerdi bu dünyanın üç kuruştan mezatta gittiğini. Belki de bütün bildikleriniz yanlış ha? Erdem kelimeleri fısıldarken çaldığınızdan olmasın sakın? Namaza dururken şeytanla işbirliği yapmak veya! Korkmak mesela ani seslerden günahtan sakınmadan işlemek suçu fütursuz. Anlat! Yoruldum da mı susuyorum acaba? Yazmanın başı, dinlemenin omzuna daha henüz vakit varken oysa! Tabuta da konduramıyor insan kendini. Kefen, mezar ve hiçlik hesabı yaparken dağıtıp toplayamadığım hayat! Kafamın içi karmakarışık susmak düzlemiyor yaşantımı. Acırken canım, buz(a) kesmeli bir yanım. Duygularım sıcak ama pencere açık kalmış olmalı bedenimde bir ürperti. Anlat! En baştan mı? Biraz geç kalmadık mı konuşmaya? Hikaye tam olarak nerede başladı? Anımsamak güç belki de işime gelmiyor. Hep kaçamak cevaplar bir ara konuşuruz. Bir ara... Aslında konuşmaya değil verilen bir ara; yaşadığımız hayata. Kiminin vazgeçiş kiminin yeni başlangıçları. Ölen, doğan, seven, terk edilen, yeniden seven ve sevilen. Sonra içilen... içilen… Sabahlar konuşur geceden kalan ekşimsi tadın gırtlağında bıraktığı tadı. Pişmanlıklar arası ve unutulmaya yüz tutmuş hatalar silsilesini de. Çıkan dünyanın çivisini yerine çakmaya çalışan parmaklarını kanatırcasına çabalayan adamlar görüyorum. Suskun, susmuş… Kiraz mevsimi de geçti Güzdeyiz şimdi Kışın yakındır düşmesi. Hep geç kalınmışlık ve anlatma merakı içeren konuşma balonları var insanların tepesinde. Oysa bir sükuta ne yaprak ne rüzgar saklar kendini fısıldamaktan. Anlat! Anlatıyorum ya sen duymuyorsun. Yılardır anlattıklarımı duymayan diğerleri gibi! Dedim ya hikaye çok uzun belki bir ara... |