Çığlık...
Ağladı tanımadığım kadınlar,
Tanımadıkları oğullarının ardından, Tutunup kızlarının ellerine… Sustu içlerinden biri ve sonra diğeri Sonra hepsi, Çığlıklar aldı gecenin karasını ağızlarından dökülmeyen her sözde… Avludan son çıkışı geçti gözlerinden yaşlı kadının, Kara önlük naylon çanta, gazetelere kaplanmış kitaplar, Sanırsın melek kanadı kolalı yakalar, Uçup gitti tahta desen değil bir acaip kapının ardından, (türküler geçti semasından ruhumun Kanatlı kapının telli sonası, mosmor olmuş ellerinin kınası, Balınan büyütmüş sanki anası…) Kayboldu gözlerinde fer Dizde derman Yürekte ahd-ü aman, Ağladı tanımadığım kadın en tanıdık sesiyle… Sefer tası, Mersin dalı, Bodur selvi… … Birkaç tren karaya vurmuştu, vapurlar raydan çıkmış Telaşlı acılar taşırken Tenha şehrin tenha mezarlığına. Birkaç kadın susmuştu ama yırtarak yüzlerini, Ama saçları dağılmış, Ama gündelikleri paramparça Feryat figan susmuşlardı tanımadıkları oğullarının arkasından… Avludan son çıkışı geçti akıllarından Kimi dün kadar ve hatta kimi daha dün kadar taze Ve hatta kimi daha dünden daha yakın çocuk gülmesi, Düşe oynaya sokağın ortasında eve en yakın duvarlar arasında, Koşma! Geçmiyor dizlerimin yarası, Gözlerim kabuk bağlıyor her defasında… Gazoz kapağı, Bilye, Toz toprak, Mersin dalı, Bodur selvi… … Ağladı tanımadığım kadın bir keman gibi inleyerek, Yaylı çalgılar senfonisi doldurdu içimize, (Nerden biliyordu bu kadar güzel çalmayı) Ve acıttı ve kanattı gençliğimin en umutlu yanını. Avludan son çıkışı geldi aklına, Bakarken geri dönüşüne, düşündü her anını “ben seni böyle mi gönderdim” geçti içinden Paramparça bir “ahh” düştü tülbentine sildiği gözlerinden, Koşma! Dinmiyor ah-u zarım, Uyku kalmadı dizlerimde, Koşma! leyl-ü nehar intizarım… Sustu hiç tanımadığım kadın ve sonra diğeri ve sonra hepsi… Ama başka bir yerde Esmer bir feryat figan kopardı çingene kadın Kokulu mersinlerim var… İnna lillah ve inna ileyhi raciun… |
Sen beni böyle göndermedin