DÖNÜŞŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Kader bu: Emir. Yaradan’ın, meleklerin insanın yaradılışıyla ilgili çekincelerine cevaben söylediği “Ben bilirim, siz bilmezsiniz” şeklindeki buyruğu gerçekleşsin diye gökteki yıldızlar kadar parlak siretleri olan kahramanlar, devrimciler ve yüksek şahsiyetli insanlar elbette her asırda çıkacak ve tarihe yön vereceklerdi.
Tanrı’nın buyruğu gerçekleşsin diye, devrimcilerin pîri İbrahim, baltasını alacak, var gücüyle puthanenin kubbesine indirecek ve cezasını da ateşin en gür yerine mancınıkla fırlatılarak ödeyecekti. Ama bu kararlılık, cesaret, yiğitlik ve candan geçmenin karşısında tabiat kanunları felç olacak ve ateş dahi haddini bilecekti. Tanrı’nın buyruğu yerine gelsin diye Musa; doğruluğun, vefanın, asaletin ve hakikatin timsali olan asasını fırlatacak ve yalanın, hilenin, entrikanın boynunu devirecekti. Ve Tanrı’nın buyruğu yerine gelsin diye Musa; gecenin tenhalığında gölgeden gölgeye saklanacak, sadece bir gecede bütün israiloğullarının evini gizlilikten gizliğe girerek çalacak, hepsini teşkilatlandıracak, hicrete hazır hale getirecek, Firavunî casuslardan korumak için gerekirse evlerin balkonlarından atlayacak, denizin sahilinde “bismillah” deyip asasını vuracak ve denizin ortasında kara yolu açılacaktı. Tıpkı aynı asayla “bismillah” deyip vurunca, ansızın taşın on iki yerden yarılıp on iki pınarın fışkırması gibi. Ve tarih peyderpey tekerrür edince Tanrı’nın en büyük buyruğu yerine gelsin diye Muhammed Hira’ya tırmanacaktı. İbrahim’den miras aldığı baltayla ilkin bencillik ve nefis putunun kafasını orada kesecekti. Derken tezkiye olan ve hafiflenen Muhammed yapayalnız şehre inecek ve kalplerin fethine, devrimi için dava adamlarını hazırlamaya koyulacaktı. Birle başlayacak, büyüyecek, büyüyecek ve binler, onbinler, yüzbinler oluverecekti. Çünkü elindeki Kuran’la dağlar sarsılır, yer yarılır, kayalar harekete geçer ve ölüler dirilirdi. Tanrı “Qum! /kalk” dedi, artık hareket başlamıştı ve hareket adamının rotası bir emirle çizilmişti. Gece gündüz, gizli-aleni her zaman ve her yerde davet… davet.. davet…
.......................Göksel Parıltılarla Adım Adım)
Sızı dolu şamarlar arasında Ah-u yeminlerimi alıp koşarak semtine Hep misafir durmanın mahremiyetiydi Kalemime mürekkep olan! Ab-ı hayattan bir damla içmek için Divitimsi kalemimi batırdığım gözyaşlarımla “Nun vel qelem vema yesturun” andını içerek Kalemin efsûnî gücüyle geleceğim! Açılsın göğün kapıları Nun da bulunan mürekkep Dökülsün çeşm giryan incilerde Alnımı teru taze secdegahıma koyup “İyyake na’budu ve iyyake nestain” diyerek Tüm enfusî bağlarımı yıkanmış ateşinde eritip geleceğim! Yıldızlara bağladığım kirpiklerimle Secde secde eğilerek yollarda Nalende yüreğime dökülen ah-u zarla “Veleqed keremna beni adem” diyerek Tüm bedbin keminlerden sıyrılıp İnsan üstü erdemlerle geleceğim! Ve Tur-i Sina’nın sağ cenahında Eymen vadisinin koyu karanlıklarında Aşk ateşini görüp uzaklardan “İnni enellahu rabbul alemin” nidasıyla Mest olmuş bir sarhoşa dönerek geleceğim! Aşk tapınağının kapılarında Bir dilenci kılığında arsızca dikilip Ve yalvar tiktaklarla çalarak Bir parça ihlas Bir dilim samimiyet Bir tutam sevgi Bir yudum aşk Bir kırıntı erdem Bir zula ahlak Bir damla ab-ı hayat dilenmek için Güneş ikliminde ayetlerle geleceğim! 31/05/2007 Büşra ***Şiir değil bu dinmeyen bir ateş!... |
Yüreğimde İbrahim’in ateşi
Derdim Yusuf’un derdi
Devrile devrile
Şehrin üstüne
Sana geliyorum
Yüzümde bir Mansur edasıyla
Su ve Ateş bende birleşiyor
Sırrı bende güzelleşiyor
Gözünde gül saklayanların
şiirleriniz samimi bir dille inananı ve seveni kendine çağırıyor.aşk ve estetiği iman ile buluşturuyor.
Selam ve dua ile