Sükût-ü HayalYalnızlık duvarlarımın camlarını ıslak elleriyle okşayan yağmur bak nasıl da titriyor rüzgâr . . kalbimin hevsel bahçelerine ateş düştü şimdi hangi kavim uyanır ölüm uykusundan kim bulur çocukluğumun sardunya çiçeklerini Duyuyor musun şimdi rüzgârın fısıltısını yine ay unutuyor yüzümün gecesini kalbimin parmak ucuna b/ağladığım şiddetli bir ünlem gibi ağrılarım şimdilerde.. sevdamızın üstüne söylerken şarkılar haykırdığım yitip giden hayâlere evrene sığdıramadım küçük bedenimi Ey gözleri ezberim diz çöküyorum merhametin tanrısına bir gülüşünü ödünç istedim yüzüme sadece. dünya değil gözlerim sevgili ayağımın altında ezdiğim taş, masatımda bilediğim bıçaktır dünya önce zaman eriverirdi babamın bereketli topraklarında kamburlaşan sırtıma ağır zaman yığınları sallanırken kesik nefesimin beşiğinde soluğumda yutkunduğum hıçkırıklar tanrının adaletsizliğimiydim sevapkâr günahların Sevgi; gözlerinin sadakatînde neydi silahın ucundaki mermimiydim kaç kurşun ederim deymezliğin umudumu yutan cümlelerini hiç farkında olabildin mi sevgili Bu kaçıncı gayrı meşru şiirimdir güçlü kadınlığımın tenini ezip geçen varlığımın perde aralığından sızan sanatkâr bir tablo gibi asılı duvarımda oysa sen göğsümdeki iman kadar ibadettin tanrıya açılan avuçlarımda. Yalnızlığımın baştacı bu gecede uyuyan bir rüzgâr cennetimin kapısında yoksul bir emanet gibi kalacak her gülümsememe yazgımın görünmez duvağında aşkın bir taş gibi ufalanıyor yüreğimin üstünde Ah kalbim güneşidir sancılı gecelerin hasretimin cılız bedeni yığılır kurak çöllerine ölümün güzel bir melodisi yoktur sevgili ağıt çığlıkları atıyor kalbimin suskunluğunda yaşamı kökünden kurutan zalim bir cellat mı hayat Arkanda sancılı bir mezar bıraktın ölüler dirilir mi sevgili? Ben yalnızlıklar abidesi sükût-un vaveylasıyım Gizem |
Kudretli kaleme yakışan bir şiir olmuş kutlarım.