MüzeyyenSana o sokakta rastladığımda Kirpiklerinden biri düşmüştü benli yanağına Dilek tutuyordun, “ben mi, o mu?” diye, Kibrit kokulu parmaklarının arasında Saçların örgülüydü müzeyyen, Kaşların kılıç çiçeği Gözlerin siyahtı, görmüyordu olsun Ben seni görüyordum, yetiyordu. Sen her sabah O taş kaldırımları yürürken Yuvarlak kalçanla beraber Etek uçlarındaki pullar sallanırdı Kokulu meyve ağaçları sallanırdı Deniz çalkalanır, ay hop oturup hop kalkardı Benim halim ise dumandı müzeyyen Yarım aklım vardı O da zembereği bozuk saat gibi yalpalardı Müzeyyen, bir şey söyleyeceğim yaklaşsana biraz Körpe boynunda nefesim adımlarını sayarken Beyaz sabunla yıkayıp taradığım saçlarını Kırk bir kere öpüp, koklayayım Ceviz kokulu avuç içlerine kınalar yakayım Sen entarini giyinirken ben soyunayım Ilık yağmurda yürüyen ayaklarının sesi girsin rüyama... ... Bekle Müzeyyen, hemen gitme Daha bitmedi söyleyeceklerim Ne diyordum, anımsadım Pembesi mora karışmış dudaklarınla büyüleneyim Nefesinden eflatun şarkılar dinleyeyim Mısralarım bölünsün Nakaratlarım panzehir gibi Yırtılan gömleğimin yaması olsun Kıyılarımda kimse yüzmesin Örselenmesin yalnızlığımın mahremiyeti Çocukluğuma verirdiniz saflığımı Oysa siz bilmezdiniz Çıplak ayaklarıma değerdi deniz kumları Müzeyyen, orada mısın? Müzeyyen, sesimi duyuyor musun? Ah müzeyyen Şimdi o köprünün ayaklarında ayaklarımın gölgesi var Karanlık sokaklarda ninemin ağıtı var Saçları beyazlamış, tırnakları uzamış, ölüm vakti yaklaşmış Kaburgamın içinde mezarlarından kalkan kadınların Emzirdiğin süt kesiği kokulu çocuklar ağlarken İçimde fizan eder, hiç dinmeyen gelgitler… |