KUZGUN
Biz bir yola çıktık seninle seneler oldu
Ülkede ne kadar kırmızı ışık varsa durduk hepsinde, biz geçecekken hep kırmızı Tam yüz kavşak saydım sayamadıklarımın da helalliğini aldım, hatırı kalır ölümlü dünya diye "Ama olsun" dedik, dur-kalk yıpranma payı Arabayı da senin amcaoğlundan ödünç aldıydık Bir sanayii yapardık dönüşte, cilalatır verirdik fena mı.? Dönebileceğimiz bir yer yoktu esasen, bizim oralar diyebileceğimiz bir yer aslında hiç olmadı Kimse yola çıktığımız yerde beklemeyecekti bizi "Varınca arayın bak" diyen bir çift göz aradım da bulamadım Sen kuşlara özenirdin en çok, camdan sarkıp sonuna kadar açardın kolunu kanadını Gözlerini kocaman yapar kahkaha atarak "Bak derdin işte bu kuş bakışı" Ayağımızı yerden kessin diye araba serçeydi ama çaldığımız mercedes yıldızını önüne yapıştırdıydık O gün Paris’li Cemil’in orada tıraş olduydum yani her şey hazırdı Benim üzerimde meşin ceket, içinde kiremit rengi balıkçı kazağı Senin üzerinde ise kirli beyaz bir bluz vardı Yozgat Blues da geçen "Oruç bozan çocuklar gibi kimselere farkettirmeden öyle söylüyorum ismini" tadında Herkesçe ucuz beklentili şiirleri, senin kilitli iğnelerinle tutturuyordum döşemelerin sökülmüş yerlerine Hem depoyu da dolduracaktık, ayıp olurdu Hüseyin abiye Arka camda ki "Babam sağolsun" yazısının "olsun" kısmı yansıyordu üzerine Ve maşaallah etiketlerinin yazım hatasından kaynaklı trafik kazalarından korunmak adına Sessizce nefesinin değdiği duaların , soğuk camlarda uhrevi halden sıvı hale dönüşüyordu Kirden görünmeyen bir dikiz aynasından bakıyorduk geri de kalan her şeye Üstelik ben kendi hakimiyetimi bile kaybetmişken, şu kara direksiyonu tertemiz bir hikayeye kırmaya çalışıyordum çaresizce Cümleler senin ağzında gün görmemiş taze kız gibi dururdu, bir çıkardı iki dudağının arasından ortalık ayın on dördü şenlik yeri olurdu Sana göre ve damar yolları genel müdürlüğünce ambulans, cenaze aracı, ve itfaiye arabası aynı yola çıkarlarsa, geçiş üstünlüğü eğer soldan geliyorsa hep gelin arabasınındı "Soldan geri dönülmez" işaret levhası siyasi tartışmalarımızın başlangıç noktasıydı Aynı şeyi savunurduk belki ama ikimizin de hep diyecek bir şeyi daha olurdu Sen; "Bak görürsün bizi romantizm kurtaracak" derdin hep sonunda Bazı ispirto kokan kıraathanelerde kara demlikten çaylar içip, büfeden dergi aldıydık hani Kapağında Füruğ vardı şansına "Kuşlar ölümlüdür yazıyordu, sen uçmayı hatırla" Hani bir de dedim ya yüzüm asılınca kıvrılırdı yüreğin, yüreğin hasreti doldururdu gözünü de bahanesi olurdu şarkılar 104.4 de bulduyduk araba plakalarından fallar tutturan o en sevdiğimiz şarkıyı Güle güle söylemiştik "Sonra ekmek olalım olur mu acısı acıkana, ama unutma beni sarılalım arada".. Güle güle o zamanlar gidenin peşinden bakma sözcüğü değildi Ve ana arterlerden denize çıkışı göstermeyen bütün haritalar yakılmalıydı sana kalsa Konum atmayı bütün unvanlardan kurtulmak sanmıştın Yer bildirimi yapmak ise kendini ihbar etmekten başka bir şey değildi Oysa bir tek paranın parlak şeridi güvenli yolculuklar sağlıyordu herkese Durmuş bir kilometre saati belki ilk defa doğruyu gösteriyordu Yani yoksulluk sınırı ile hız sınırı arasında kalmıştık Yolun zaman oranı ve mevcut sapmaları da göze almıştık ama senin geri vitesin yoktu Yüzümdeki kesik çizgileri takip ettiğimizde, bizi ters yönde bir sokağın sonunda blok flütle güvercin güden bir çocuk bekliyor olurdu Terk ettiğimiz balkon bahçelerinde geceleri kirpilere su vermek için bekleyen Ardında bıraktığı parlak geçmişten dolayı sümüklü böceklere özenen Hiç kullanılmayan turuncu mutfak masasının altını kargalara kiralayan Ve arkasına sarktığı at arabalarının yokuşa sürüldüğü çocukluk Biliyor musun, kazı kazandan çıkan plastik bir saat eriyordu sağ bileğimde Sonra neden orada olduğunu bir türlü anlayamadığımız bir durakta nefeslendiydik Lastiklere ekilmiş şambrel kokan çiçekleri bile sevdin sen Hurdaya ayrılmış, biraz bizimkini andıran yol hikayelerini sıkıştıkları yerden çıkartmaya çalıştın kan ter içinde Taklaya gelmiş her sevda hadisesi için tutulan ağır hasar raporlarını şiire çeviriyordun Artık muhabbetinin çekilmediği düşünülen bütün yaşlı evleri ayakta tutmaya çalışıyordun can havliyle Ağaçların sanki hepsini biz dikmişiz gibi halkalarını sayıp yaşını hesaplamıştın övünerek Kulağına küpe olsun dediğim kiraz, yine senin değil de benim aklımda kaldı Akşamlar oldu sonra.. Yeni bir hayata yanaşan gece otobüsleri gördük Sanki dizle bastırılıp tükenen umutların zorla kapatıldığı valizler, rastgele savruldu sağa sola birileri tarafından Bir Erdem Bayazıd şiiri "Otobüs camları bilinçsiz bir baş kayması ve bir kadının cesurluğudur" dedi O kocaman farlar görmezden geldiğimiz ne varsa aydınlattı yani Ay kuytularında yön tayini ararken kendimize Kendince göç ettiğini sanıp, gördüğü ilk sahte ışığa aldanarak can veren böcek çıkmazı gibiydik Oysa bir zamanlar küçük, renkli bir gece lambası aydınlığında, hangi rüyaya daldığımızı hangi rüyadan uyandığımızı bilmeden kapatsak gözümüzü yeterdi bize İstisnasız her tümsekte kapağı çıkan torpido gözünden kan grubu kartın düşmüştü O sonsuzluğa uzanan hastane koridorlarında bir tek kendimi göremedim Koca gözlerin koca bir ömrü bağışlayabilecekken, çakıllı dikenli hayatına damar yolları açıyorlardı Ne de olsa geçmişin izlerini silmek de bir cerrahi müdahale sayılırdı Kanatlandığın yerden kanıyordun ve sarılmak istediğin kim varsa artık kalp seviyesinin altındaydı Alçalıp yükselen yaşam sinyallerin bir türlü konacak yer bulamadı Sokağa anadan üryan bırakılmışken, ziyaret saatlerinden bile içeri alınmıyordu hal hatır Kalemin ucuyla diktiğin açık yaraların zamanla kavuşurken, iplerini tıp ağzıyla değilse bile dişlerinle koparıyordun Daha önce bekleme salonunda sabahlamak için gizlice girdiğin hastaneye Hemşire çağrı düğmesine attığın çentikleri silmek için geri dönmüştün Senden türetilmiş bahanelerim, yatağını ayıran bir kadının kini kadar belirgin artık Neyse işte.. Sen yoruldun sonra, bende yoruldum da belli etmedim pek "Haydi dedim sağa çekelim" hem kuru öksürük tutmuştu beni az soluklanalım "Yok dedin sen bekler amcaoğlu" Emanet araba ayıp mı olsundu, hem canı az olur derler Sonra ülkede ne kadar çıkmaz sokak varsa karşımıza çıktı ama geçtik gittik, bizde geçtik o yollardan diyebildik yani Saçına taktığın karanfiller eşliğinde, ikimizi son yolculuğuna uğurladık Gülünecek bir şey yoktu daha Sustuk.. nereden döndük, onun ilerisinde ne vardı bilmiyorum ama sessiz olduk Öyle böyle derken geldik işte, yol bu bitecek elbet Yine gözlerini ovuşturduğunu göremediğim bir sabah, Hüseyin abiye teslim ettik arabayı Ne acıdıydı içim bir bilsen Deposu doluydu arabanın, çok anlamazdım da cilası falan da tamdı ama bir şey daha vardı Mavi bir oyuncak gemiyi denizin bakışlarına bırakamadan hani, arka koltukta kaldıydı Neredeyse beni her gördüğünde gülümsemenden öptüm de ondan veda ettim Bir daha görürüz falan derken, on gün sonra sattı arabayı Hüseyin abi Daha iyisi varmış onu alacakmış, her şeyin var zaten daha iyisi Herkesin bir saçak altı, kaçak katı, saçacak kredisi var Herkesin korktuğu bizim başımıza gelseydi ya, yolda kalsaydık keşke Zaten biz sürülmüştük aslında, gitmek falan değildi bu Öyle oldu işte.. Ve bir gece yarısı sisli bir havada, tek şey daha görmemek adına Tattırdığın bütün hüzünleri bağışlayarak Çizgisini bozmadan yürüyenlere ekseni kayık olan bu dünyada Tam on bin adım attım çıplak ayaklarımla Ben 360 eşit parçaya bölerken ruhumu Sen dikkat et n’olur, meridyen çizgileri geçmesin kuşların üzerinden Ve; "Hangimizin bağımsız gökyüzü, gecikmiş kırlangıçlar gibi deliyim boşuna uslandırmayı beni" 11 Meridyenin en çok yakışan sözleridir şimdi sana Yani bir Şubat ayazında cebimde jilet kırıntıları, faylar sürüklüyor beni yer altına Bu da böyle olsun ulan denecek kadar icabında Sana kavuşan buzlu yolların açtığı yaralara tuzlar dökülüyor, gönlüm kaymasın diye yine olmaz bir sevdaya Üstelik altını çizdiğim o cümlelerin çizgilerine basmadan Şart olsun ki o kara kaplı defterin kıvrılan kenarlarının rampasında nefessiz kalıyorum Dil bilgisi kurallarına uyulursa eğer, yine de noktalar birleştirildiğinde eteğine kuşların konduğu esmer bir kız çıkıyor Düdük şekeri sustu masadakileri utandıran Hala bir göz değmesi var ki parmak izinden daha kalıcı olan Ve ne zaman baksam o dil çıkardığın fotoğrafa, ben kahkaha atarken sen kendini kayalıklardan aşağı bırakıyorsun Hayat uzadıkça ve nerdeyse her gün cümlelerine sıkıştırdığın ölüm, izin veriyor seni unutmama Biz bu yoldan döndük seninle seneler evvel Ben şimdi hangi yola düşsem zorunlu gönüllü Tam yüz kavşak sayıyorum, sayamadıklarımın da helalliğini alıyorum Dibi küflenmiş iki çay bardağı, koparıldığı yerden kurumuş ekmek bir de paslanmış sigara tabakası var Tembihledim iki gözüm tembihledim, kuşlar bütün kırmızı ışıkları kırdılar.. ..yolun açık olsun.. |
Hatırda kalan muhabbete ortak olduk. Kimileyin küstük, kimileyin de güldük...
Bazen uzaktan gözlemciydik, bazen de naif ve masum eylemci...
Bir de uzun zamandır hiç kullanmadığım hatta unuttuğum terimler çıktı karşıma; İspirto, krathane vs gibi. Ve "kilitli iğne"nin işlevi (çengelli iğneyi kastediyorsunuz sanırım) ve her şeye rağmen yıldırmayan, yeni yollara vesile olan çıkmaz sokaklar...
Evet, yine keyifle okudum yaşattığınız anılarınızı ki, her biri koca bir öykü...
Teşekkürler kaleminize, sayın Beridze.
Ve saygılar olsun çokça.
Tüya tarafından 6.4.2024 22:21:21 zamanında düzenlenmiştir.