ekşi, tatlı, ölü
Meyvesi ekşi olan ağaçları severim
Işkın veren karıncaların gölgesinde yürümeyi Adımın ilk harfi gibi gülümsemeyi En çok En çok dişlerimi gıcırdatan ekşi şeyleri… Hatırlar mısınız? Size sormuştum bayım Son nefesin içinde yalpalarken Kıymık batan ayaklarım kanarken Ellerim ateşlerde yanarken neyin günahıydı bu? Azgınlaşan dişlerinize bulaşan Ağlamakla gülmek arası kahkahanız… … Soytarı sarhoşluğunuz maçka kadar engebeliyken… Öyle ya! Israr yok Saat durmuş Takvim solmuş Lekeli gömleğin eşgali unutulmuş… Çapraz sorguya alınmışız… "Annemle aynı yaştayız İkimizde genç kız, ikimizde aşık İkimizinde elinde gelincik bakışlı çiçekler İkimizin gölgesi kolkola İkimiz bir oluyoruz yolun sonunda..." Ağıt tadında d-üşüyorum Göbek bağım dolanmış zannının ahı ayak uçlarımda Saçlarım kararıyor, yüzüm al al Dudaklarıma tuz serpilmiş Dilimin ucunda ekşi karınca kanı Yüzüm yüz yaşında, buruş buruş Vebali boynumda çocukluğum… Yine yaptım yapacağımı Uyuyan mısraları uyandırmalı… |
Gün yeni umutlara doğarken,
Şiir, kalabalık kahvaltı sofrası
Ve zeytin tadında olmalı.
Yeşil ve çizik.
Her mısra geçmişi,
Her kafiye geleceği anlatmalı.
Ama sen okumayınca,
Tadı tuzu eksik.
Çok zaman geçti, her şey değişti.
Düşmanlar barıştı, dostlar küsüştü.
Belki hayattan, belki acıdan,
Yollar hep ayrı düştü.
Ve insan hep özledi.
O tadı, o hissi, o hüznü.
Bir camın ardında gördüğü,
O sıcak yüzü.
Dert kelimesini anmadan dertleşmeyi...
Bir daha hiç tadamadığı sohbeti...
Şiir karşısına yazılan karalamaları.
İstedi insan, şiirle bile anlatamadıklarını anlatmayı.
Ve hep umdu insan.
Boğazında burukluk kalan çocuk gibi.
Belki bir daha.. Belki bir daha...
Bu sefer korkmadan, soluksuzca, şiircesine.