Bize göre değildi yanlış bir türkünün, nakaratlarına ağır adımlarla basmakKel ali bağını satmış duydun mu? döne kadın Aman be satarsa satsın, ne vardı ki sanki o bağda Bıldır hacı Hamza larda vermedi ya, belki onun için satmıştır Zaten baktığı da yoktu kel alinin bağa Bakıp ta sanki ayılara mı yedirecekti armutları Bir bağ bozumu mevsiminde basmışlar Kel alinin bağını Nerelere alıp götürmüşler bilen yok Kimi derki Gaziantep, kimi derki Kilis, Üç yıl yatmış hapiste Çıkınca dayı olmuş mahallede Birde kuma getirmiş diyorlar Eski karısının üstüne “Amma da mektup yazarmış ha, şu çınar altı köyünden hasan” mektup değil sanki destan kuyuda kalma, kuytuda kal, dolaş menekşe bahçelerini Her taşın altında yatan binlerce yiğit türkü var Göçmen kuşların öyküsüne yer verdik hep şiirlerde Mavzer sessizliği çökende dağların türküsünü anlatmak Namus işidir, yiğitçe söylenmiş bir türküye şiir yazmak, yürek işidir. Memleket türküleri söyledik söylemesine ya Demedik derin türkülerle vurun bizi Ne üç yıl hapis yatıp olduk kabadayı Ne kuma getirdik, nede denizden kum Ne bağ sattık, ne bağcı bize Engerek size, memleket bize Biz bu memleketi sevdik, türkülerini de sevdik At üstünde yol buldu sevdamız bir zaman Gelip geçen kervanlara dolunay olduk Denizi yardı asamız bir zaman Eli kanlı firavunlara Musa olduk Hiç adımızı bile sormadan alıp götürdüler bizi Gül dalında güle hasret kaldık Vardır elbet her firavunun bir Musa’ sı Her Musa’nın da bir asası BİZE GÖRE DEĞİLDİ YANLIŞ BİR TÜRKÜNÜN NAKARATLARINA AĞIR ADIMLARLA BASMAK Kaç zemheri görmüştü şu mahpusta yatan adam Kaç darağacına giden adamın ardından ağlamıştı Mevsim sonbahardı, havada kar vardı Kış iyice üşümeye başlamıştı, ayaklarımız yalınayaktı Sokaklarda boştu, iri domuzlar iştirak etmekteydi bize, yol epey uzundu Parke taşlarına sürüldü yüzüm, kuşlar dökülmedi ağzımın içinden, Gecenin en uzun mimarisinden, salyangozlar çıkıp geldi, kimse görmeden Oturdum ölüm korkusuyla, yattım ölüm korkusuyla, tutanaklara düşmedi korkularım Kimse sormadı ağzımın kıvrımlarında ki fay hatlarını, ve kandilli rasathanesi Ölçmedi içimdeki binaları yıkan depremin şiddetini Rihter ölçeği çatladı, kunduzlar kulak kabarttı, gece gökteki son yıldızın Karanlıkta nasıl aktığına, ve asla şahitlik yapmadılar, yolda yürüyen bir kaç adam Mevsim sonbahardı, havada kar vardı, dik adımlarla sehpaya yürüdü bir adam Dokunmayın lan dedi, çekin kirli ellerinizi üstümden, herkes irkildi, gök, gök olalı Böyle bir manzara görmemişti, çatık kaşlarıyla devirdi sehpayı, yıkıldı üç ayak Gök çatladı, beklenen deprem olmadı, bir başka bahara kaldı Ateş düştüğü yeri yaktı, insan ömrü bir arpa boyu kadardı Çizme boyu kan, dağ gibi sulardan akardı, sokakta aç kalmış bir çocuk ağlardı Kel ali bağını geri almış diyorlar Yolda giderken kamyon mu çarpmış, cin mi çarpmış Beş vakit abdestli namazlı oluvermiş kel ali Kel alinin bağında hacıhamzalar da bolmuş gayrı Döne kadında iyice şaşırmış bu işe Kel ali amcasıymış ipte sallanan adamın Rüyasında görmüş onu meğer, Durun demiş, yürümüş üzerlerine Lakin geç kalmış kel ali Sonra oturup hayra yormuş bu düşü Haber erken düşmüş köye Ve işte bunun üstüne Namaza başlamış kel ali Öyle kamyon falan çarpmamış Kel ali her akşam gün batışı uzaklara yatırıp gözlerini İpe giden adamı düşünürmüş, ve onu beklermiş ağaçların altında her ikindi çayına O gün yorgun bir akşamdı haberlerde koğuşa düşen deprem Bir dağ gibi adam daha yürümüş iplere, pervane olmuş bir nice akıl Ya-sin vel Kur-an’il hakim Rabbim mutlak dönüşümüz sana İki ayak üstünde dimdik kabul et bizi huzuruna BİZE GÖRE DEĞİLDİ YANLIŞ BİR TÜRKÜNÜN NAKARATLARINA AĞIR ADIMLARLA BASMAK Şimdi yakamıza yapıştırdığımız siyah beyaz fotoğraflarda adı yok kuşların Gece sizi geç saatlere kadar bırakmadığımız türküleri döküyoruz gönül mihrabına Ve sizi ebedi kutluyoruz gönül dostları ve üstelik kıskanıyoruz da Bizi böyle bırakıp gittiğiniz güne milat düşüyoruz Ak düşmüş sakalımızda, adı yok şeytanın, besmelesiz yok sabahımız Her gün yattığımız ranzamız, mezar taşımız yalnızlık yorganımız En son cumartesi vurdular gökyüzünde adresini bulamayan hırçın kuşları Yalnızlık durağına park etmiş otobüsten inmiş sigara içmeyen adamlar Yürümüşler kocaman adımlarıyla şehrin üstüne, caddelerde Uzamış bodur ağaçların boyu, bodur çomak sokmaz derenin çocukları Çıkagelmiş evlerinde bırakıp sahte gerdanlıklarını Meydan okumuşlar iri adımlarla yürüyen kocaman adamlara Gölgeleri çıldırtan mahmur türküler söylemiş kocaman adamlar Bodur derenin çakal çakan çocukları zıplamış yerinden Kaldırımdan yürürken aşağı düşmüş bir kilo gelmez bıyıkları Yıllar olmuştur yüzümü duvardan, sırtımı ranzadan ayıralı Mavi bir rüzgarla selam gönderiyorum giden sabahın erken yolcularına Giderken el sallayın beyaz bulutlara Yolumuz uzun sırat’a, yolumuz mutlak sona, Yolumuz mutlak sonsuzluğa Yolumuzun önünde kırk engerek yılanı kiralık ev tutmuş oturur En azından uykularımızda yok ederiz, yılan dolu kuyuları Yılancı Yusuf doldurmuş yılanları heybesine Atmış atının terkisine Gider ilden ile, Nizip’ ten Halep’e Lütfi Kireçci ________________________________________ |
Uzundu uzun olmaya. De ki: okumadın mı? -Hem de sonuna kadar, durmamacasına. İçine alan hikaye, şiirselleşmiş dökülmüş sayfaya. Selam olsun cinatlı'ya.