Göç
Hey be oğlum,
Doğmadım herhalde ben de, Bu denli kötümser, Bu kadar umutsuz! Gördüm güzel günler, Değildim hep böyle mutsuz… Dinle oğlum, Kiminle, ne yaşadığın kadar, Ne zaman, nerede olduğunun da var önemi. Hayal meyal hatırlarsın belki sen de anlatacağım dönemi: Uzun bir süre geçmedi çünkü aradan, Sevgi ve saygı değerliydi paradan. Ve görmezdi gösteriş müptelası, sözde kibar, Bu memlekette şimdiki gibi itibar. El üstünde tutulurdu akrabalık, komşuluk, dostluk, Ve düzenlerdi ilişkileri yazıya geçmemiş bir hukuk… Zengin miyiz sahi biz şimdi düne göre, Yoksa daha mı fakir? Eskiden de aslanın ağzındaydı ekmek, Yoktu üstelik işi kolay kılan makine, alet, Kazanmak için çok çekilirdi haliyle zahmet. Ama toprak daha bakir, su daha temiz, Ve daha maviydi ki gökyüzü, Gülüyordu sanki daha çok insanın yüzü. Eşek, köpek, sığır, davar, Hayvanat bahçesi gibiydi avlular… Üzüm, kiraz, nar, Hevenk hevenkti bahçeler, bağlar… Domates, fasulye, çilek, karpuz, hıyar, Say say bitmez pazar yeri gibiydi tarlalar… Hele de benim doğduğum, Baba olduğum diyar, Doruklarında çam, sedir, köknar, Eteklerinde sümbül, papatya, ballıbabalar, Belki de en güzel yeriydi yurdumun, Renk renkti oğlum bizim dağlar. Değildi oğlum böyle eğri büğrü bir sırık; Böyle mıymıntı, böyle pısırık, Sesi gür çıkan, Özgür bir adamdı baban. O, istemişse, Dururdu akan sular, Kesilirdi esen rüzgâr. Dik ve muktedir bir adamdı anlayacağın baban da bir zamanlar… Hani oğlum, Kibir sahibi, insanlar vardır, Hatır gönül tanımaz, Duvar gibi soğuk; Selamsız sabahsız yaşayan güya varsıl insanlar, Fakir olan onlardır asıl! Şükür, olmadım öyle biri; Ve yüzünden bin parça düşen, Kasvet yüklü biri de… Aksine içi dışı şen, Hoş sohbet, kafadar bir adamdı baban. Elin üç koyunu, beş keçisi onu etmezdi alakadar, Soğuklar üşütmez, korkutmazdı karanlıklar, Çünkü sıcacıktı yuvası, güneşi vardı yanında düne kadar… Ah, oğlum, Boya küpüne düşüp çıkmış şişme bebeklere, Benzemezdi hiç annen. Çünkü kazıya kazıya kazandığı için hayatı, Birilerine batıracak kadar uzamazdı hiç tırnakları. Muhtemelen aldırmadan açlığa, susuzluğa çok çalıştığından çatlardı, Boyanacak durumda olmazdı iri, etli dudakları. Ve kuaför koltuğunu dolduracak kadar uzun, ipek gibi saçları da yoktu, Çünkü süpürge yapmıştı onu bizim için… Ama sahte değildi, tepeden tırnağa gerçek bir kadındı annen. O, ekin kokar, Kekik kokardı… Yanakları gelincikti, Bilekleri kalın, avuçları kınalı, parmakları incecikti. Elleri, öpmeye doyamadığım elleri, Kâh ateşte yanar, kâh suda donar, Kâh süte banardı. Sanki tatlı cadının burnuydu o eller, Bir bakmışsın oklava, kürek, Bir bakmışsın baklava, börek… Kırıp döktüğünü görmedim hiç, Yapmaktı çünkü onun sanatı… Ve ne çok severdi babanı, Eller gibi ağızdan değil, yürekten… Çok özledim onu, Elini yüzünü, kaşını gözünü, Nefesini, sözünü özledim… Öpüp okşayan bakışını, Ve kucaklayışını özledim beni ve hayatı… Dünya çok değişmiş, dedi bir gün, Herkes olmuş keser. Evlat bile vermez olmuş atasına değer, Edepsizlik, arsızlık, vefasızlık sarmışsa dünyayı bu kadar eğer; Ne anlamı var buralarda durmanın, deyip uzun bir yolculuğa çıktı annen... Velhasıl bir başına koydu babanı sevgili eşi, Ve bırakıp gitti; Güzel bir dönemdi, bitti! Söndü babanın da haliyle ateşi, Tütmüyor gayrı bacası, Tarumar oldu bağı bahçesi, Çıplak kaldı dağı, Kurudu yaşam pınarı… Huzuru yitti, Kalmadı cesareti, Başladı babanın dünya esareti… Gün senin gayrı oğlum, Yanımda götüremeyeceğim ne varsa: Bağ, bahçe, tarla tokat, iş güç, At, evlat senin… Düğün dernek, şenlik ziyafet, Nezaket, zarafet, güç kudret hepsi… Çalışmayı ibadet saymış o cennetliğe, Yapılabilecek madem tek hizmet, Gayrı duadan ibaret, Ben de başucunda Allah kelamını, İzin verirse sahibi şayet, Okuyacağım sabah akşam ayet ayet… Ve dağıtacağım hayır hasenat için ayırdıklarını onun adına! Sonra senin görevin başlayacak oğlum, Ata, etse de vefat, Yetiştirmişse hayırlı bir evlat, Kapanmazmış amel defteri. Benden sana vasiyet: Etmelisin her tür yasasına ulu Allah’ın önce hürmet, Sonra bütün emirlerine harfiyen riayet. Sakın, halinden etme asla şikâyet, bilakis ahvaline şükret; Ve ne bahane üret, ne ihmal et; Aman ha, vaktinde ve yerinde ibadet! Ah oğlum, Gizlese de uzun yol telaşını baban, Rüyalarına giriyor her gece annen, Ve davet ediyor yanına… Vahdet vakti yakın ki, Sardı babanı da vuslat heyecanı. İslamiyet, teslimiyet dini, Vakit saat geldi mi teslim edip asıl sahibine bu tatlı canı, Çıkacağız hakikat yoluna… Gün sayıyor baban, Bakalım, kısmet ne zamana! Annen dünyaya getirdiğinde ilk kucaklayandım seni ben. Konu komşu, hısım akraba, Bayram yaptık kavuştuğumuzda sana, Eksik olmadı kırk gün evimize gelip giden… Kısmetse yolcu edeceksin beni de sen. Fidanlar dik ardımdan andaç, Ve iyi bak onlara, Sebeplensin kurt kuş, kalmasın yuvasız, aç… Ardımdan gözyaşı değil, su dökün, diyorum yani oğlum! Fazla tamah ettim ben, mala mülke, paraya pula, Fazla bağlı yaşadım dünyaya, Sen de düşmeyesin oğlum, aynı hataya. Aç ağzını kesenin, Çünkü benim gibi, misafirin onlar senin; Verme paraya pula o kadar değer, Tanrı sever ağırlayanı, Hele de çok gelir ve hayırlı yere giderse misafir eğer! Oğlum, ardımdan yapacaklarını, Saydım bir bir. Geldiğinde Münker ve Nekir, İnşallah cevabını kolay verir de bu fakir, Görmez azab-ı kabir! İnşallah, çaldığında kapımı ölüm, Hafiflerde bir nebze yüküm, Kalmam kabirde kıyamete dek iki büklüm! Necip Zeybek |