Göle Bakan Çınar
Sen, üzerinde güneşin kızılı serili
Tılsımlı bir dua gibi dalgaların aynasında Bakıp bakıp kendini seyredersin ne garip! Yitip gider kollarında mavisi denizlerin Hep aynı tempo, hep aynı hüzün içinde Kıyılara tekme vurur kekik kokulu şırıltılar Sürüklenir bir çırpıda ezilerek saltanatından Yorgun yürekleri çil tutar mercanların Son nefesinde, buharı başındayken yıldız bulutlarının Silip fırlatır omurgasından inleyen küllerini. Sıyrılır incisi kan kokulu terlerinden Uçurum soluklu yaşlı bir bahar Dipsiz umutlarla sarılır karanlığın korumasına. Yarısı yerde, yarısı derinlerinde asılıyken denizin Artık kendini tanımıyor aşk. Şurada, yapayalnız duran asırlık çınar Aynı bedende yaşar iki ayrı dünyada gelgit gibi İçi boştur aslında o devasa gövdenin, yüreği kahır dolu. Çünkü kucak kucağadır kolları ceset torbalarıyla. Sağ yanı şans dağıtan yalanlarla örülmüş. Sol yanı küf kokulu perdeler ve serçeler ve diğerleri Aldırma, hep sorarlar söyle kaç yaşındasın? Daha kaç yıl dayanacak bu ömür? Toprak sararken her gece ölü yapraklarını Duvarlar kâğıt kâğıt, anılar çoktan yitirdi akışını. Başında sis, eteğinde serin bir ırmak yaşar. Derin derin çağıldayıp inlerken dağların dağı Şair kendine saplar kan tüküren bıçağını. Basıp sarsak rüzgârları bağrına, Toplayıp durur inişi, çıkışı ve yokuşları Tanığı olmayacaksın esmer küflerin Törelerin, isimsiz düşlerin ağlarına takılırken ay ışığı Ama belki zaman kadar eski öykülerle ışınlanıp, Otanır Eleni’nin hıçkırıklarıyla yaraların Alanya’dan Damlataş’a belki de, Yeniden yeni bir efsane yazılır adına kim bilir! |