Kanat...
Ellerimin kanatlarını uçurdu...
Ne gökyüzü kaldı, ne de mavi. Sımsıcak bir hikayeydi adı... Umuttu, düştü, pembe rengi. Seslendikçe dinlendiğim... Dinledikçe seslendiğim. En cesur yanımdı... Yanımdaydı. İki dizinin arasına oturtup, Saçlarımı örerdi... Kırmızı kurdelayı severdi... Avazı çıktığı kadar gülümseyen, O türkü sustu yüreğimde. Sustu göğsümün tavanı. Uzun bir Yanlızlık çöktü bahtımın kıyısına, Uzun bir karanlık, Yarım bir uyku. Ne ellerim kaldı, ne dokunuşlar. Bir liman aradım , Bir istasyon, Bir gar... Yoktu gözlerinin nemli sığınağı. Yoktu sığınağım, sığınacağım... Şimdilerde acıyan bir yanım var, Ne terası var ne de balkonu. Ağrıyan bir şiirim var... Devrik bir sürü cümlem, Daha söylenmemiş bir kaç sözüm, O gurbet türküm, Üç nokta ile biten... Dışarda çocuklar gökyüzüyle oynuyor... Mavi topluyor birisi... Birisi o rüzgarın sırtında. Dallarım kırılıyor... Güz geldi anne! bedenim ölüyor. Ellerimin kanatlarını uçurdu... Pencereme tırmandı, hüzün sarmaşığı... Pencerede hüzün... Buğusunda hüzün... O ev, bu sokak, şu şehir hüzün... Ne çok büyüttün hasreti koynunda, Ne çabuk gittin, ben uyanmadan bahardan. Yaram var gel... Dizlerim... En çok da yüreğim... Kabuk ol gel. Adı neydi o çiçek kokunun O saydam teninin, O bahar nefesinin... Adı yok şimdilerde sensizliğin. Bak! Eylül geldi... Yığınlarca soğuk geldi... Üşümek geldi içimden. Güneşi ne zaman arasam evde yok, Yerde yok, gökte yok. Güz geldi diyorum anne! . Adımla geldi... Ne dal bıraktı ne bahar... Hani uzun serbest bir şiire benzerdi gözlerin, Ben yazardım rengini... Bu şiirden de geçmedi Ne bir tren, ne bir gemi. Neydi ki Anne! Bir yoğun bakım ünitesinde yetmiş iki gün... Hadi uyan anne! Uyansana!... Vuslatı nereye sakladın anne!! |