hiç
Uzadıkça uzadı, uzun zaman oldu.
Uzun zaman da her neyse, Zamanda yok oldu , olmadı … “Uzadı, olmadı” Umutsuz düş sılada en büyük gurbet Yakın ayrılıkda büyüyor, yakan hasret Biten aşkın yerinde yeşeren nefret Kinin kılıcını soktu hayata, ölüme sabret… Uzadı ayrılık, uzakaştı kelebeğin kanatlarında Hakkım olduğunu düşünsem, Özleme dair çok şey yazacağım, Ancak hakkım olmayanı yazamıyorumki … Birinci, İkinci, Üçüncü… Derken, dört beş ve çoğaldıkça ayrılığa günler, unutuyor gibiyim yüzünü. Ama bu defa unuttuğum yüzünde Diyemediğim hasretim büyüyor… İlk günler zordu , çok zordu.. Duyduğum ses, baktığım yüz hep sen oluyordun.. Oysa biliyorum asla sesin ve yüzün durmayacak karşımda, Ulaşmak ve tutmak için çok ama çok uzaklaştık… Zeten bu yüzden yazacağım son mektubu sana, Uzağa en uzağa bir şişe dibinde ya da bir güvercinin kanatlarında Yorgun, yılgın ulaşır bir gün Kim bilir…… Hani vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımızla yaşarız ya, Nasıl gidiyor alışkanlıkların döngüsü, Aynı yolu yürüyüp aynı yerlere gidiyorsun herhelde… Gün boyunca bakığın aynı yüzlerde yine aynı zamanlı- zamansız muhabetler.. Ben mi? Hızlı koştum, dere tepe, Çok yol aldım diyordum, Öyle zannediyordum, Sonra baktım tek başıma kalmışım…. Durdum; Gittiğim yolda başladığım yerdeyim.. Şaştım kaldım, artık konuşmuyorum… Bu aralar her kafadan çok ses çıkıyor. Herkes ne kadar da çok biliyor, ne çok konuşuyor; Bende biliyordum zaten, ama bir kez daha gördümki ; Ne kadar gürütülüymüş sessizliğe susuş. Yoruldum… Herkes kendisi sanıyor, olayın kahramanı, günün kahramanı düşün kahramanı.. Başkası eksik, yalın ve yalan… Bilmez görmez anlamaz… Süren hayatlar izliyorum günün ilk saatlerinde Koşuyor insanlar telaşlı, Yetişme derdinde birine, bir yere … Pazarlar kuruluyor her zamanki gibi, Okula gidiyor çocuk, araba sürüyor adam, Simit satıyor simitçi, simit yiyor bir işçi. Kol kola iki sevda yürüyor, Bir bebek doğuyor dünyaya, umut.. Bir bütünde sırt sırta duruyor iyi ve kötü Ölüyor biri ayrılıyor, yaşıyor biri kalıyor… Ve gün külleniyor günbatımında… Batınca gün, geceye yanıyor ışıklar Karanlığa, koyu bir karanlığa yol açıyor.. Sarhoş nameler yankılanıyor kucaktan kucağa “şen ol, şen ol” Sarhoş kafalar dolaşıyor ayık gönüllerde Dil susuyor, göz ağlıyor.. Teselli sözde mermi, vuruyor düş’ü Aldırma “boş ver”, bırak öylece kalsın… Zaten zaman her şeyin ustası değilmi… Bilmediğimizden değil elbette de, döngü böyle.. Aklıma düştü yine, yazayım dedim geçenleri Son günlerde nasılda üst üste geliyor her şey Düşündürüyor, düşünüyorum olup bitenleri, Bir ömür geriye gidiyorum dedem oluyorum…. ,,,,,, Ağladım; Ağladığım çaresizlikti, Çaresizliği zorunlu kabullenişti. Elden bir şeyin gelmemesiydi, Zavalılıktı. Gördüğüme elimin değmemesi, Duyduğuma sesimin yetmemesiydi. Ağladığım; küskün bir susuşun, Boynu bükük bir yüzdeki kanlı gözden bakan, Korkak ve sessiz isyanıydı…. …öye sandım yine ağladım… Ağladığım kendi halimmiş bunu en son anladım… Boğuşup duruyorum düşüncelerimde Boğulup boğulup ölemiyorum düşlerimde.. Acı çektiğini sandıklarım üzülüp ağladıklarım; Üzülün bana ağlayın bana Ne kadar zavallıyım Yitip gitmek istiyorum… Özledim seni hiç, İçi boş bir çerçevenin boşluğunda duran sen, Göstermiyorsun cemalini, Tüm renkler, şekiller, görüntüler soyut bir saydamlıkta ruhumda bir hicran oluyor. Kalbime batıyor anıların dikeni bir damla kan damlıyor hatırana.. Sana, sona yazılan bir mektubu unutmuşum, Bağlıyorum ak güvercinin kanatlarına….. Arkadaşlar dostlar edindik, insanlar gördük, hayatlar izledik… Bir hayat yaşadık bizi buraya kadar getiren. Düşmanlığı da öğrendik ve kullandık ilk öfkemizde. Öfkemle vurdum aşkı, can çekişirken; Bıraktım zamana…. Tanımlar bulduk tırnak arasında “… herkes için hayatın merkezi kendisi ve ruh eşi” Görmez başka acıları, görmez başka en beterleri, Acının en büyüğü kendisindedir, En büyük sevgi yine kendisine… Yoktur ondan başka en’i Başlar zamana düşmüş tüm insanlığın hikayesi, Buldukları kaybetikleri, aldıkları-verdikleri, Sevinçleri kederleri, hülasa biriktirdikleri.. Hatırlayıp unuttukları ve hiçbir zaman unutmadıkları, Unutamadıkları…… Yaşanmış; unuttukmu bir şeyleri bir yerlerde, Aklımıza geldiğinde içimizde olan biten neki. Yokken “hiç” sanki dediğimiz : olacak, gelecek, bitecek dediğimiz niyeki.. İçimizde mi her şeyden daha cesur düşlerimiz…. Bu çoğuncu mektubum, Cevabını ya suya yazıyorsun ya da bulutlara.. Bu ara buralar çok nemli sürekli yağmur yağıyor.. Yaşamak işte sürekli bir savaş hali; önca galip, sonra mağlup. Olmayaydın bahtımda hüzünlü bir gül.. Tüm savaşlarım barışla biterdi.. Kalabalığın içindeyim göz gözeyim yaşamla.. Seçmedim seçilmedim “cami avlusundan da gelmedim” Yeni bir güne uyandı ömrüm , Geçmişin en bencil duyguları esir almıştır seni Ve sen koşarak gitmişsindir bu tutsaklığa Yeni bir günde yaşamaya başlarsın tüm canlılığınla ! Yollara düşersin “uzun ince bir yol” Duvar dibinde durursun kuzey yıldızına karşı Nem ve yosun karışır hatırana Bir pencere belirir kafes içinde Yumarsın gözlerini bülbül ağlar Yürürsün, hızlanırsın; Hızlandıkça adımların kısır döngüde; Hırslanırsın. Hırslandıkça hızlanır uçuyorum sanırsın… Sonra, Yıkılır kafes, kurur yosun ;¸kalıverirsin ortalıkta… Bakışların asılı kalır hiçlikte bir boşluğa, Aldanışların gelir aklına; nefes, nefs ve toprak… Adına en, ön, son “ek” koymamalıyım; İnci tanesi desem usulden, tüm mücehverler söner.. Gül desem karanfil, papatya desem lale boyun büker. Siyah desem beyaz, sarı desem kırmızı; küser Güneş bırakmaz yağmuru, gökkuşağı seni gözler.. Yağmur, tufan, afet, deprem az az senden, Geceye doğan ay, gündüze ulaşan gün yine sen, demedim…. Ezelden gelirken dünyaya ölen, geçip giderken ebede doğan, Ölü bir hülyanın diri bir hayalini kuran sen… Sen; her şeyin içinde olan, her şeyden uzak duran.. Sen yakıştır o “lirik yüzüne” sıfatları Yalnızca “ey” bana kalsın…… Ey… Sildin ya olan biten her şeyi, işte şimdi sensin. Ey, Olmadığım yerde arandığıma sen aldırış etme, Aldırışsızlığın soğuk yüzüne bakılyorum ben. Zamana , hayata soracaklarım var senden azade, benden ziyade… Ey, Kaf dağının ardındaki siyahın prensesi, Bir masalsa hayat, işte siyah köşkün içinden sana bir masal. Uydurulmuş hikayeye sen ol kahraman ve adın olsun “HİÇ” Kimseye değil hiç’liğe ait olsun tüm kağıt, kalem, yazılanlar… Kapan ve kapat tüm kapıları ışık sızmasın, Karanlık bozulmasın, tanıyorum ben siyahı ve karanlığı.. Karanlığında kaybolduğumdan. Ey, Hiç niyetim yokken asabı bozuk konuşmaya, Bir karşı duruşun sorusundan çıktım anlamsız karanlığa. Oysa her şey başkaydı; Anlatan başka, dinleyen başka, anlayan başka, Demiştim ya ‘herkas kendi sanıyor’ en, en işte her şeyin en’i Ona da olsun dedim zaten umurumda da değil umurum bu kadar zormuydu anlatmak, anlaşılmak… duydum; biliyorum, yine duyar gibiyim umursamazlığın aşağılayan küfürbaz sözlerini… İnanma ve sevme ihtiyacıma tökezlemişti bir düş, Ben zaten kör ve sağırdım, Bir eli tutmaya çalıştım ancak; takıldım kaldım.. Çok şey demişlerdi bu hususta hatırlıyorum Şimdi ise anlıyorum “ısmarlanınca nar gelmiyor” Bir bedeli var elbet, kalbe tutunan ıstırabın Emanet duruyor duygular, Yağmur karanlık ve siyah bir buluttan yağıyor, Sevgiyi zemheri bir soğuk kesiyor, Soğuk esiyor rüzgarlar Bu yüzden “ikinci bahar” gelmiyor; Güneş doğmuyor, yıldız parlamıyor, Çiçekler de açmıyor yeniden.. Şimdi sona en sona, sona bakmak Yani geçmek hayattan ve ölümü düşünmek bir ömürde: Hayattan uzak kalıp ölümü düşününce ölüyormu insan Sormuştum yine “bir ömrün boyu nekadar ederki” Bir kaplunbağanın ağır adımlarında yüz yıl, Yoksa bir kelebeğin kanatlarında uçan birkaç gün.. Hayat işte, hayatlar Umut, erinç, sevinç. Öfke, nefret ,kin.. Nerede ve nasıl olursa olsun Yaşanmış ve yaşanacak olan hayatlar Belki ağır aksak uzunca , Belki uçan kaçan birkaç gün. Kaybedilmiş bir savaşda Esir dişmüş tüm umutlarla Ölümü düşünmek Kurtulmayı istemek Anın kasvetinden kederinden… Yitmek ve gitmek bir hiç’liğe… Takılıp kalmasaydım anlamsız tekrarlarda Kaybolmayan bir ben kalabilirdi hayatta Tütüyor dumanım Bu son rüzgar en sertiydi Hızla yandım, dağıldı küllerim.. Duruyor aklımda bir duruş, bir mektup, son şiir Bitmeyen satırlar ne bir şişede deryaya, Ne de güvercin kanadında semaya. Alevsiz yangının dumansız tütüşüdür bu bitmeyen; Son söz, son mektup, son şiir…. Bitmez derken bitti her şey Hayatımın karanlık ve ulaşılamayan en derin yerinde Ey sessizce kendime serzenişim, Usul susuşum, Küskün bakışım. Boşluğa asılmış bir hayat Tutunmaya çalışıyorken ömrüne, Anlamaktan geçiyorum. Tekrarlanan hatıralarda: Keşmekeş bir hayatın karmaşasıyla Yok olup giden devrile devrile Devrimlerden geçen, Cümlelerime saplanıp, Acıya acı katan, kanatan kelimelerim: Biliyorum. hiç, Katilinim; dönüp dolaşıp geliyorum suç mahalline Karanlığa parlayan gözlerindeki soğuk aydınlıktan Bakarken o boşluğa, Kan damlıyor yaralarından hayatın beyaz aklığına… Bir kapının eşiğindeyim, Sağ avucum semada, sol avucum toprakta Teslimim büktüm boynumu dönüyorum… Ayrılığa düşmek için kaç birliktelik toplamak gerek ey, Kaçıncıydı gözlerime bakışın Hangi cümleydi sonuna “im” ekleyişim Kaçıncıydı sevda, kaçıncıydı kavga. Niyeydi, nereyeydi kaçış Yerindemiydi terkedişin vesilesi Hayat filimmiydi, sen yolmuydun, yolda son mola.. Değenmiydi, değermiydi, değdimi bu son Ayrılık oyunbozan küsüşlerinin acıtan hançerimiydi, Soktun umarsızca hayalime…. Gelmeden gittin, gölgendi sen sandığım. Sanınca çıldırıdı sevinçlerim, saçmaydım bu yüzden.. Zamanın artçı çöküşünden geçiyorum Gördüğüm kadar yakın, tutamadığım kadar uzak Bu yüzden yanıyor gözlerimde düşlerim Bir damla göz yaşında boğuluyor umutlarım Çaresiz bir tükenişteyim damla damla.. İndim çocukluğuma, baktım hayatıma, Ne güzeldi; Oyundu yaşam; büyümek ve adam olmaktı rol Küçük hayallere büyük dünyaları sığdırmaya çalışmaktı Ağlamak, koşarken düşmekti, Üzülmek alınmayan bir akide şekeri. Güzeldi çok güzeldi…. Zaman: Kaçıncı kez dokundun akrebin göğsüne, saat kaç: Geçtin büyüttün, büyülendik, büyüklendik.. Örf adet ve geleneklerden geçtik, mayalandık Mutlak olanın kuralında ilke edindik Geçe geçe geldik Geçtik sende kendimizden Zaman. Ey hiç, Bana bıraktın beni Bilki şimdi ben kendimdeyim ! An’kara, Ara’lık 2019 Son özetim. B.Subaşı |