Olur*Ey gülüm.. bilirsin ya; atlar ayakta ölür; Günah bir yakın olsa insan uzakta ölür. Ölmez, dalgalar göğün alnını öptüğü gün; Sonra bir damla katran yüklü ırmakta ölür... Gecenin siyahından atsa karanın rengi, Bilirsin cümle renkler henüz şafakta ölür. Seni tir tir üşüten, seni dağlayan ateş, Gözlerinden süzülen serin sıcakta ölür. Gönül bir kabir yeri, ölüm dileyen kâtil, Ölüsü mahşer kadar diri durakta ölür. Hüznün bir gemi olur tufan sarsa dört yanı, Gözyaşında boğulan müşfik kucakta ölür. Nefesi kesilse de ölmez âşık olanlar, Nefes nefes sır gibi mahrem tuzakta ölür. Kararsa şu gökyüzü misâli o gözlerin, Arzu, rahmet kesilip birden dudakta ölür. Gönlün bir zümrüdüanka ve aşk Kafdağı’nda sır, Esrar nedir bilmeyen kartal alçakta ölür. Benlik bir dipsiz kuyu, hiçlik zamansız şenlik, Muhabbet, nakış nakış işli duvakta ölür. Bir gecenin koynunda hasretin dinginleşir, Seher ışır; özlemin sabah firakta ölür... Dirilmek için bir gün yarım kalan şiirler, Yokluğunun düşünde öyle uyakta ölür... Dirilir kelimeler, kuşanarak mânâyı, Sözlerin en evveli susup (Mutlak)ta ölür. Nefis sus-pus olunca bir rûh ki; ayaklanır, Sonsuza sefer için gönül imsakta ölür. Doğular ve batılar boyun eğer emrine, Ezel-ebed bakarsın birden şakakta ölür. Geçmişin bir dün gibi rüzgâr olup dağılır, Ve çiğnenmiş hudutlar kutlu yasakta ölür. Bir yolculuk görünür ve nûr bürür ufkunu, Sen gidersin geride kalan batakta ölür. Ateşle uslanmayan nefste açlığın sırrı, Sükûtun sofrasında, cürmün damakta ölür. Dâvet çıktı Harem’den, mâzi artık yalnız düş, Allah dilerse ölüm, tahta kundakta ölür... |