HELE BİLSE VAR YA BEŞER…
Hele bilse var ya beşer Hakk’ı sevmenin tadını…!
Severken kendinden geçer, unuturdu bile adını; Sunsalardı hûrî, dîlber ve nice helâl kadını… Bırakıp da Hakk tadını, meyl edemezdi vallâhi. O ân her biri dîlberin o âşık yanında kalsa, Ona âşık güzellerin karışıp arasına dalsa, Bakışıp iri gözlerin hepsi de hapsine alsa, Hapiste sunduğu balsa bile, banmazdı vallâhi. Çünki o gönle düşen kor, düşer nûrdan aktığı ân; O kor ânında yakıyor aşk şimşeği çaktığı ân; Yanan hiçbir şey görmüyor yârdan gayriye baktığı ân; Zor dostum zor… Yaktığı an, gelegelmezdi vallâhi. Gel, bir sor; der ki bir âşık, gelegelmez yaktı beni; İpsiz değil aşka alışık; der, ma’şûka taktı beni; Doyurdu nârla karışık; der, aşkıyla baktı beni; Bakmasaydı, attı beni, diye sevmezdi vallâhi. Bakmak, sevmesidir ma’şûğun âşığını aşkı kadar; Yakmak, yanmasıdır âşığın ma’şûğuna aşkı kadar; Nice sırrı mahfûzdur bunun, ehl-i Ledün’den de saklar; Seven benim diye açıklar; yoksa, demezdi vallâhi. Hakk’ı anmak gene Hakk’tan; der, al şu dili de beni… Hakk’ı bilmek gene Hakk’tan; der, al şu aklı bil beni… Hakk’ı sevmek gene Hakk’tan; der, al şu kâlbi sev beni… Çün, al şu gözü gör beni, diye vermezdi vallâhi. Yek eyler âşık, ma’şûğu severken tâ solu-sağı… Her yönden ma’şûğun şavkı vururmuş ona bayağı… O anda Arş-ı a’lâya basarmış iki ayağı; Yoksa sidre-i münteha’yı geçemezdi vallahi. Dağ deldirir aşk âşığa, bir kere sevmeyegörsün Erişmek diler ma’şuğa, ardında görmeyegörsün Dağ ardındaki ışığa bin kanat çırpmayagörsün Dağı da yıkmayagörsün; eh, duramazdı vallâhi. Dağ ardı pek şirin ova, gönlün ferahlat, kıl Ferhat; Ora bir tür kudsal tuvâ, er ora, eremezsen heyhât…! Dağlarsa sinâvî ola; gez, göz, kaz, parçalat gâyet… Aşkla olmasaydı şâyet, erebilmezdi vallâhi. Bin çile çekse de bir dil seviyorken sıhhatlidir; Sevenle sevmeyen bir değil, sevmiyorken illetlidir; Bencileyin sevenlergil şükür ki metânetlidir; Yoksa, Hakk, aşk adlı tatlı bir çile vermezdi vallâhi. Çile verir âşıka Hakk, hak etsin diye dîdârı; En müstehak çileymiş aşk âşıka, dilmiş medârı; Sunulsa tatmîn için bak, onsekizbin âlem mikdârı, Hiç biri bir aşk kadarı dile yetmezdi vallâhi. Aşkla hâcet dile Hakk’tan, neylesin âşık ağyârı?! Kâfi zerre reyhân aşktan, kokar âşık ve civârı… Bu civâr ya aşmasaydı tâ onsekizbin diyârı!... Sidre-i müntehâ divârı, geç git demezdi vallâhi. Aşktandır ki buralara bunca rüzgar esmesi, Hakk’ın emriyledir sonra yağmur getirip kesmesi; Veznle olmasaydı bunca gâhta devrân gezmesi, Feleklerin cezbesi dengelenmezdi vallâhi. Giderdi her biri bir yere, felekleri şaşırırdı…!... Paramparça olmak için birbiriyle yarışırdı; Onsekizbin âlemin onsekizbini de karışırdı, Bir noktada sıkışırdı, ayrılamazdı vallâhi. Aşktır cezbesi âlemin, öyle yapılmış ayarı; Öyle yazmış o kalemin Levh’e yazan o yazarı; Yazdırdığı tevhîdin Zatından fışkıran envârı Sarmasaydı bunca civârı, kararırdı her yer valahi. İlk iş habîb-i nûr olup, nûrundan olan pâradır, Sonra pâra-i nûrun urb urbundan doğan sâradır; Bu civârsa onun da urb gurubundan bir kâradır, Tûru çün aşka çâradır ki, yere sermezdi vallâhi. Eh! Yere serilenlerden bir pârasının zerresi, Dahi onun zerresinden veya onun da zerresi Veya yok gibisinden zerre miskâl bin kerresi… ALİ’nin var olan neresi? diyebilmezdi vallahi. |
Kalp uslu dursaydı göğüs kafesine hapsolmazdı…
Kaleminiz dik dursun…
.................................. Saygı ve Selamlar..