ROZA
Payizin son günlerinin bir cuma sabahında,
Şeyhriyar’ın kızıl tuğlalı şehrinde tanıdım seni. El Goli’nin yakamozlarına bakarken başı iki elleri arasında. Savaşı kaybetmiş bir komutan gibi,üzgün ve çaresizdin. Sudan bir sebeble; -Ağa,bebahşii in çie? dedim usulca, Bereketli Mezepotamya topraklarında yetişmiş, Ekinler gibi gür, tel tel ayrılmış kirpiklerin içinde, Üzüm karasından daha da kara bakan gözlerin, Sanki bir bağ bozumundaydı hasat mevsiminin. Gizlemeye gerek bile duymadığın ızdırabın,yüreğinden, Yüreğime akıyor ve içimi nedensizce acıtıyordu. Seni tanımıyordum,kimdin? ... Buluşan bakışlarımız sanki yıllardır hasretini çeken, Bir çift gözü arar gibi,nasıl da ayak üstü sevişivermişti. Elimiz ayağımıza dolaşmış, Duygularımız, duygularımızla sarmaş dolaş oluvermişti. Cümlelere bir sürü anlamsız kelimeler yüklemiştik, Şaşkınlıktan kurtulup,kendime geldiğimde, -Teşekkür mikonem,diyebildim veda edercesine, Yüreğimi sen de bırakırken sessiz ce! ... Göremeyeceğim yere bir suçlu gibi otururken. Gözlerimi böylesine acımasızca kanatan gözlerinin, Yüreğimin içinde dolaşmasına engel olamıyor, Karşı koyulmaz bir telaş içinde ya çayımı döküyor, yada kaşığımı düşürürken şangur şungur… Garsonun; -’Eyip nedare’sözü tüm sessizliğini bozdu restorantın. Yanıma geldin. Kederin dağılmış, utangaç bir tebessümle. Gözlerin stare yıldızı gibi ışıl ışıldı,bakamadım… -Hanum,icaze bedii,şoma kömek mikoni? dediğin de, Yüreğimi sana vermek için dünden hazırdı ellerim. -Are lütfen! dedim,hiç itirazsız... Konuştuk,dereden tepeden,biraz benden biraz senden, Gururla; -’Türk’üm’’ dedin, dedelerden... Anlatırken kendini Makberetüş-Şura’da. Tarihten bu güne uzayıp giden,dinlemeye doyamadığım bir şiir gibiydin, Tohumlarını attığımız El Goli’de başlayan aşkımızın, gül suyu yıkamıştı,Şeyhriyar’ın tüm sokaklarını... ’Şehriyar’ın şehr’i sen kokuyorsun, kentin, o sevdiğin bütün kırmızı tuğlaları sen oluyor, Ve ben içinde haps oluyorum,seni göremiyorum ROZA’ derken, gözyaşların düşüyordu name-i eşkin veraklarına, Göz yaşlarını öpüyordum... ‘’ ROZA’’ diye severdin beni! ... Aradığımda, -Mescid-i Kebut’da,aşkımız için dua ederken bulurdum seni, Zayıf inançlarımdan utanır,kabul olsun diye, bildiğim bütün duaları okurken. Ne çok utandırırdın,ne çok severdin beni! ... Gücüm yetmezdi senin beni sevmen kadar,benim seni sevmeme... Senin kolların,beni bir kaç kez sararken,benim kollarım hep kısa kalırdı. ’ROZA’ derken yüreğinden kopan ses, çığlık çığlığa üzerime düşer,dikenleri yüreğimi kanatırırdı. Ama,hiç şikayet etmezdim,çünki seni seviyordum! ... Gülün ömrü kısa olur dediler, inanmadım… Şimdi,soldu gülüm,bütün güller soldu…. Şeyhriyar’ın şehri sustu,El Goli sustu, ben sustum. Açmıyor artık sefid-i roza Bahar küstü,mevsim küstü, gül küstü. Ya roza, Senin ROZAN... ? ? ? Hande 16.05.2008,Cuma Çengelköy/İSTANBUL Hande Haghgoui |
Ancak seni anlamak çok güç gelincik:))) çokkkk.........
Başarılar dilerim..