FİLMİN SONU 'The End'Bir şarkıydı sevdâmız, yükleyip bir beyaz güvercine Salıvermiştim gök kubbenin en mavi zirvesine Tüm dünya, sevginin erdemine doysun diye bu aşk bestesinde; Oysa, zâlim avcılar varmış, bilemedim, Şimdi çırpınıyor o güvercin, çaresiz, kafesinde... Ve biz, Yenilip teslim olmuş bir ordu gibiyiz Bu vedâ sahnesinde... Sen, Sinema kapılarına asılan büyük afişlerdeki Bir dram filminin baş kadın oyuncusu gibi duruyorsun karşımda, Mevsim, sanki göçmen kuşların dönüş mevsimi Ve vakit, gün batışının hüzün saatlerinde gibi; Yanık türküler ağlıyor gözlerinde Ve bozulmuş bahçelerin çaresiz sessizliği, Bir kelebek konuyor yüreğine; yüreğin tuzla buz, Öyle bir hüzün sarmış ufkunu, karanlık ve sonsuz... Sen ki, güz bahçelerimdeki perişan gülümsün, Gönlüme sararmış yapraklar döken Eylülümsün, Bir umut, küçücük bir umut, ne olur; Gözlerinden yaş değil, yıldızlar dökülsün... Oysa, Hiç olmazsa eski siyah- beyaz filmlerdeki gibi Loş bir tren garında olmalıydı vedâmız. Yavaş yavaş hareket etseydi bir tren, Peron boyunca yaşlı gözlerle uğurlansaydı, Vagon penceresinden bir el sallansaydı, ıslak bir mendil sallansaydı Varsın, yine bakışlarında hep hüzün şiirleri okusaydım, Varsın, yine dalgalar vura vura yosun tutmuş olsaydı yosun rengi gözlerin, Varsın, mevsim ve vakit, yine hüzün renkleri vursaydı yüzümüze, Ayrılık şarkımızı, gurbete giden bir tren düdüğü çalsaydı. Bir veda bûsesi olmasa bile Hiç olmazsa, Sağ elimde, elinin sıcaklığı kalsaydı... Ünal Beşkese |