Duvarcı kral
toprak kokan dermanı kıytırık bir
atölyenin karanlık odalarında dans eden rahibeler de kutsal bakışıyor, kutluyorlar sanki İsa’nın doğumunu. sağduyulu ucube bir fikrin tuşlara tökezleyen tıkırdamasına uyanan kedilerin besili halleri gibi yegâne bildiğim dostların teması ihaneti. kaybolan bir ışığın, diş gıcırdatan halleri sorguluyor; köşesine çekiliyor tarumar yabaniye emanet şarkıda melankolik eserleri kulağındaki. uyanıyor çadırın şırıltısına sanki, yağmur alıyor oysa umursamıyor soru sorarak cevapsız boşluklara. güvercin falı baksana daha makbul! yarım yamalak yanıt daha acıtıyor içinde şüphe fitilleniyor dim kızıla. metaneti bilmem nerede arıyorum diyor sesi kendince kızıl kahraman, öyle hayal etmişti kendisini oysa. sonradan öğrendi gerçek olduğunu, letafeti süzülüp gittikten sonra. vah halleri canavar ruhun kalesi miyom, feragat etmişti evvel kırmızı şapkalı masalları gerisinde bırakıp hayalleri gençti, dinamiti icat etmişti ruhunda. tutuyordu ritmi zulm etse piyanoya sonra yarını vardı heybetine gebe, duraklamıştı sadece durdurmadı çarkı hâlâ dönüyordu bir çıngırtı ile takır takır hissediyordu duymasa da, onca aşk yaşamıştı unutalı çok oldu dalgın şapşal o maşuk hallerini. adı çirkin kendi güzel cellatlara küfür etmeyecek bir günden sonra. yoktu, istesede edemeyecekti, meşakkati. hem dönmüyordu artık geri kararlı - koymuştu kafasına o açık yığılmış dosyaları kapattı bir sabaha karşı ezan okunurken, toparlayıp fırlattı beyaza boyadı kat kat, evin odalarını. |