e l v e d a/ğ (meczubun burnu)uçurumlar arşınladığında henüz terlememişti bıyığı, mezarlık duvarlarına tırmananların ele başıydı gözü ela saçı sarı sevdalar edinirdi diğerleri ve kitap arkalarına kazırlardı şiirleri yine ve fakat nedense hep; uçurum boylarını mesken tutan çocukları /bekleşirdi her gözü ela saçı sarı.. yara kabuğu soymaya vakti olsaydı yağardı sebebi malum bir sağanağı gözlerinin zulası.. sonradan öğrendi ve şaşırdı çocukların kabristandan geçerken ıslık çalıp gözlerini yumduğunu, kitap ardı şiirleri yoktu ama rüzgarlardan kafiyeler aşırdı ve uçurumlar gibi en güzel çiçekleri dibinde bitirirdi sümüklü burnu… ayaza kesmiş hikayeleri birikmişlerin ellerine ‘hohh!..’ları vardı, der(di) ki üşümemeli çocuklar, ağlamamalı analar, ayrılmamalı aşıklar, babasını da anlatırdı muhakkak mezarlığı anlatmasaydı ve düşünürdü yalnızları, kayan yıldızları, yarası acıyanları ve acıkanları.. ne de iyi biliyor yokluğu fark ettirmeden hep bir şeylere sızlayan burnu… kollarına hazin türküler yazıldı ayrılığı kazıdı hanesine, tutarsız tutkulara meyilli bir el gülümsüyordu üzerine çökerken simsiyah dağ sonunu biliyor gibiydi yüzyıllardan da evvel.. şimdi dilinde garip-gureba bir e l v e d a yazık ki bu el ve dağda (da) bulamadı meczup, umduğunu başka bir meçhule gidiyor, çünkü sonu önceden peydahlamış bir aşka girdi burnu… |
Yüreğinize sağlık...
Kaleminiz daim olsun...