Gül atma MansurluğumuzaDilimde paslı bir zaman tortusu Dokuz doğuran derviş postundayım İçimde eski bir İstanbul Dudaklarımda martılar Mavilere yaslanmış şiirler Say ki bir ada vapuruna binmişim. Say ki uzaklara kaçırıyorum ayaklarımı zemheriden. Ve boynumu eylül gürültülerinden. Gözbebeklerimde güvercin görmeyen Katiller ikamet etmekte. Hangi süngüye takıldı saçlarım, Kim erteledi gülüşlerimi güne, Kaçarken çocukların geniş parklarından, Otobüs duraklarına bıraktığımız anılarla. Şimdi Fırat kenarında kuytu bir yangın yeri yüreğim, Dicle’den sipariş sürgün aşklara taze kan. Bahar mı kaldı ağzımın kuşlarsız bahçesinde Zincire vurulmayan şiirler yazıyoruz Virgül olmadan bedenimiz miting meydanlarında. Biraz daha sıkıyorum günün kravatını ebrehe boyunlarında Fotoğraflarımız infaz edilirken Kerbela kelepçesinde Gökten inen ev bize Hıra ve mihmandarımız Sevr Her sabahın fecrinde açan bir gül kabrinde Hubeyb Eşkıya hikâyelerinin sırrolduğu yerlerde Lanse etmez türkülerimi katil bir set Duvarlar bir tümördür zulmün kanlı ellerinde Bir yıkık insandır içimde taşıdığım ceset Böylece uzaklaştırılıyoruz insanın kıyısından Gözümüzün kimsesizliğini sahiplenirken Ebabil Mahşere ferman yazıyoruz ateş-i İbrahim’de Gül atma Mansurluğumuza, Eyvah deme sakın, düşüpte merhamet gemisinden. Bir kelebeğin kanatlarına inşa ettik yeşil gözlü evleri, Çekilip gitmek istemezken yolumuzda ebrehenin filleri. Bir hüzün laboratuarı kurduk birikmiş sancılar üstüne, Gönül iklimlerinde kurumaz kan, hiç büyümez yaşı ölünün. |