Otranto Şatosu ve Serçeaman sızım vurma beni yerden yere düştüğümde kalkamayabilirim vurulurum bir taşa baktığımda mordur ellerim kan içindeyim gitme tek kaldığımda ölebilirim mezar dar sevmeyebilirim zaman sızım sorma bana dakika kim ben sadece saniyeyi tanıdım bir onu bildim ânımda s/akladım saat yokluk arası beklemenin yarası bir de salise vardı akrebe yapıştı yelkovandan gebe kaldı görmedim doğanı tamam sızım yeter bu kadar isyan içime doğan da ecüş bücüş bir şeydir iki dakikanın yalnızlığı tek olmak gibi tik tağı duyulmayacak kadar sesli kapılar çarpınca kendini on ikinin guguğu öterken ne kadar da içli bense; aklana ve saklana yoruldum bu zamanda vurulan kapılar yüzümeymiş her defasında yüzüm sızım yüzsüzlüğüm sırtım bilmedim banaymış kapı bir daha kapanmış üstüme giydiğim tafta kefen olacak galiba ölüler yahut kirliler safında sahaflarda ararım saat bilmeyen dakika kaldırılacak o kadar çok şey var ki rafa büyü kelimesini iki manasıyla ve otranto şatosu’ nu kapladığım karayla köçekle kilit vurduğum adı olmayan sandığa bıraktım aslım belli olmadan açılmayacak asla kimse sormasın bana ne vardı şatonun odalarında ya da zamanın içinden geçip saat çıkan duvarda tek bileceğiniz kapıları çarpan serçe vardı ardından ayağımı kırdı ben takamadan onun kanadına kelepçe kapatmadan altından bozma bir kafese altımdan geçti ve üstümden baktım elim yerde aman sızım vurma beni yerden yere vazgeçtim suretimi koydum cebime yaşım geçti korktum bir de o saatin kapağını kapattı böylece aman sızım zaman sızım elimde kaldı |
bir kırılmanın hikayesi bu, bütün masalsızlardan öte
ışıkla şaire...