Hanna
geceleri tedirgindir buralar
gündüz aynı dil konuşulur kaçak çayı erzurum şekeri dağların ardı asi adamlar ardlarında tüfeng el ayak çekilince inerler nemrut alıştırmış şehri kurşun sesine sonra salt sessizliğe... sapor suyuna değer gölgem. akıntıda taşlara tutunmuş naylon parçaları, tüketime bağımlı bir köy gibi kirli geçmişim. kıl çadırlardan, şehirlere akın eden adamlar şapkalarının içinde kara iri pireler. tütün sarısı parmaklar keskin bakışlar salt gerçek poz değil... kahvelerde vakit ağır ağır ilerlemekte. Wan gölüne eğreti durur şehrin modernleşme çabası Lirik bir şeyler arıyor gözlerim bir adam heybesi belki bir Ahmet Arif şiiri, anımsatan rêçek geriyam Ji bo eviné wan caxé beré Ah tamara, ansiklopediler yalan diyor bu aşka. fırtınalı bir geceydi, boğulduk, ölümü tatmasak, gölün katran karası suları destan olur muydu öykümüze? Rēwâ düzünde çok acı birikmiş ’ölüm, farz olmuş’! daha ne anlatayım... zulüm ebedi değil, hakkım sorulur, sorulur da, bir mezarım olursa Hanna? durulursa bu öfke, bu kirli iş, çıkıp gel... |
rêçek geriyam Ji bo eviné... Ré pirin lé hemû dûr u diréjin...
Ben de bir mucize beklemekteyim bu ücra çay ocağında...