YAZILMAYAN SON FERMAN...
Senetsiz hükümleriydi yılgın göğün telaşına
Yenik düşen isyanı beşerin. Nifak koşan kartal bakışlarıydı Hükümranlığında sevdaya tüy dikmiş sefilin. Karaçalıydı hüzün, Belki de emsalsizdi temsil ettiği yüreğin. Ve kardelenler açtı Şubat’ın kırağı çalan Soğuğuna aldırmadan. Ellerim kanadı; Siluetlerde nazenin bir incinmişlik… Karaydı beyazın saflığına düşman, Yetimdi her çaldığın cümlede Yüreğe saldığın isyan. Kırdı, kırağındı; Buzdu ve kırsalı ömrün en derin hezeyan. Çatık kaşlı neferleri bir bir dizildi sıraya, Sükûtu yâd etti kanatsız melekler. Hicranı ektim gün bitimi sakilce Göremedim nicesini, bilemedim de; Ne çoktu oysa tüyü bitmemiş yetim. İndinde yüreğin pür-telaş bir menkıbe; Hani adını gizlediğin her satırda bilediğin yüreği Ve gök gözlü o nazenin kadın Ellerim ellerinde, Kaybolmak bilmeyen, solacakmışçasına gün, Solumda biten en derin sızı. Sağdıcım hangi imgeyse boynu bükük, Sona erecek sandım ansızın yazdığım her satır. Gündü ölgün, Bendim yorgun Ve debdebeli hayatlar hüküm sürdü günbegün. Kovuşturduğum her sancıya bürünen yüzüm Soldukça soldu çıkmadan sabahın döngüsü. Yoksa sabaha çıkmayan bir ümit miydi de soldu Nail olamadığım her ne ise Benliğin sarkacındaki özlemi? Gün seyreldi madem Ve güneşi hor gördü kara gece, Silik bir rota mıydı da iz sürdüğüm, Bilinmedik bir istikamette ıslığını çaldı Yazılmayan son ferman? Devinen muafiyeti yüreğin, Serzenişi bitimsiz ve rükû eden her gölgede Yine de yeniden, diyebilmenin azametiyle… |