Çarpık Güncedemini almamış çay gibiydi günleri yarı kekre bolca çöpürlü bırakın renklerin getirisini siyah beyaz kadar bile net olamadı griyle özdeş hayat çizgisi hep muallaktı yolu ayağını bastığı zemin taş mı toprak mı bilmezdi hiç farketmiyordu onun için mekanı plazaymış ya da kerpiç hayalleri göklerde süzülürken allı turna misali hep dibe vururdu köstebek gibi var saydığı gerçekleri bazen kitapların içinden bir rol seçip düşüncelerine oynamaya kalkardı en yetenekli aktrist marifetiyle bir gün kendi kitabı yazılacaktı ’anna karanina’, ’madam bovary’vs ya da kitaplaşacaktı ’halide edip’ ’rahibe teresa’ veya her kimse geçmişin çetelesinden yorgun geleceğe bir adım atabilmek için ayakkabılarını giydi kapıdan son bir cesaretle çıktı kaldırımları yüksek topuklarıyla eze eze güneşi baharı yaşamı hissede hissede yürüdü yürüdü yürüdü dudaklarında eski bir şarkının dizeleri ’dünden sonra yarından önce yaşam durur umut bitince yaşayamadıkça özgürce mutluluklar biter sevsende’ geç kalmıştı yaşamaya ama olsundu ’zararın neresinden dönersen kâr’ daha var olmanın muhasebesi bitmemişti ki kendi adını duydu narayla karışık sonra bir kurşun uğultusu bir siren sesi.. sonrası; kutlu olsun ölü ve özgür kadınlar günü... 8mart |