yaşanmışlığım....birbirine iliştirilmiş çadırlarımızın fermuarlarını çekerek gömüldük geceye burada mumların en orjinalı var bilek kalınlığı ham balina yağından bir yandan ışıtırken bir yandan da ısıtıyor isterse eksilerde olsun hava ancak,üst çadır deliği her zaman açık olacak zaten börtü böcek kendi derdinde gulak takım adaları’nın yarım kaldığı yerden açtım kalın kitabımı daldım bu uçsuz bucaksız ülkenin bindokuzyüz onyedilerine yirmilerine kendimden kaçarken bir hamiyet yükseliyor içimden elin taş ocağı sürgünlerine nerdeyse bir metre arayla gidip geliyor çadır tatlı hamak sallanışları gibi sanki pembe panjurlu evin bahçesine kurulmuş da dinleniyor bu garipler çadırlar arasında ince bir ip bulunuyor ucunda çıngırak sanki alarm mubarek asıldım kırgızın ipine ulan ne oluyoruz diye donpaça girdi içeri aceleyle -korkma atam burası ulu bir bataklık o sallanır dürter gider deprem değil ulan arkadaş,ilk defa böyle bir oynak yer gördüm su yok çamur yok gözlerim kapandı,demek ki toprak ananın da yosmalığı tutarmış diyerek aradan ne kadar geçti bilemiyorum tekrar çekik gözlü girdi içeri titreyerek -fırtına geliyor hem de en kabasından bütün gelincikler yuvasına kaçtı en keskin bıçaklarınızı alın dışarıya kaçın otları keseceğiz kesip kesip diğer kök tutmuş otlara çalılara örgü örür gibi öreceğiz yahu jilet yarığı gözlü adam ne alakası var bunun -çadır madır kalmaz atam onlara tutunacağız küçük bir kulube edip dinlesen bir cefa,dinlemesen ömür var işin ucunda bakalım göreceğiz çalışırken de yaylanıyoruz bu arada alttan giden gelen,üstten esecek olan ot kesiğinin ne kadar acı verdiğini tadarken dolamalar yaptık bel kalınlığı ağaca her kangal bir ilmek her çöp bir örgü sanki kanaviçe işler gibi bağladık sıkıca sıratın kaynar kazanına döndü bulutlar hayli zaman sonra uc verdi fırtına alelacele hayati eşyalarımızla girdik bülbül yuvası mekânımıza gerçekten de doğru lan bu kırgız,şemsiyenin ters dönüşü gibi baktık çadırımıza yâre tutunuş dosta tutunuş,can-ı canana tutunuş geçti gözlerimin önünden ah...sözlü son deyişlerimi diyeceğim bir serçe olsaydı memleketimden -atam yanlış anlama da senden bir isteğim var canın için değil doktor jivago’nun çekildiği film yerini bana gösterir misin beni de götürerek yahu jilet gözlü o film buralarda çekilmedi başka ülkelerin adamları buraları düşünerek düşleyerek başka yerlerde çektiler -olsun bir yer göster işte uzaklarda olsun oralara benzesin dedi üzülerek bulutlar çukurovanın pamuklarına döndümü korkma daha çıktık dışarıya dolandırıyorum aklımdan bütün vbadilerini derelerini volganın donun sıra geldi mi şimdi en zoruna,bu adamın görmediği bir film seti bulmaya koca koca kazanlarda dev patateslerin haşlandığı ve tek lambanın ışıttığı tren istasyonunun beklemesine vardık kırgıza set bulmak umuduyla bir tern gelsin de nere giderse gitsin yeter ki o yer mekân olsun mutluluğa hatırlıyorum,altı istasyon sonra indik sonbahar kış karışımı yeşil sarı kel gürgen ağaçlarından tepeyi aşınca yüzüm güldü ikinci cihandan kalma bir çiftlik evi harabe üçgen şeklinde vadi işte burası,bak duvarlarında sevdalara sıkılan kurşun delikleri jivago’nun yeri -yalan mı gerçek mi diye jilet gözlü sormadı ne kadar da benziyor dedi ağladı kasım |