Medcezirli Geçişgen Şiir (Yazgısal Oratoryo)farzet ki gülüm ayrılık sabahımızı henüz dağlamadı karanlık farzet ki yüreklerimize zerk ettiğimiz ayrılık zehri henüz dağılmadı gülümsemelerimize farzet ki ateşe değmiş rüyalara ayrı uyanmadık paramparça, çapul edilmiş düşlerimizle farzet ki ölü doğan sevdamızı yıkamadık, çileli ayrılığa adanmış vuslatı yitik, engebeli tınıların savrulduğu sagularımızla işte böyle gülüm sana susuyorum ışığı firari, çiyi taze ilk ayrılık sabahında hiçli geçmiş zamanın özetini çekerken temize müsamahalı davranmıyorum kirlettiğimiz, boynu bükük anılara dudaklarımda filizlenen rutubetli küfü ölümcül tetanoz isyanları fondip dikip toprakta dillenen güneşli, aydınlık uyanış türkülerimle bir buğday tanesi gibi açlığı tartarken güneş yanığı düşlerimde çocukluğumun azad ettiği bir masal gülümsüyor tenhalığıma mahsur kalmışım, büyürken derinimde infilak eden bir yaranın acısında beni bul, bul beni diyemiyorum içimdeki felçli meçhul duygularımın ara dolgularında bu borcu ödeyemezsin gülüm gitmelerinle bu taksirat bizim sanırken okunaksız yazdığımız ömrümüzü ıslıkla çalıyoruz sözlerini unuttuğumuz şarkılar gibi üşümüş, ıssız sokaklar peydahlarken faili meçhul karartılarını kapısı kapanan evlerin uğultusunu sürerken düzenin şarjörüne daha ilk perdesi henüz yırtılmış sensizlik monoloğunun yalnızlık sahnesinde gözyaşlarıma gammazlarken beni lâl olmuş dilimin gerilla sözcükleri ben bir vuslatın daha kesat hasadında fitili ateşlenmekten usanmış molotof oluyorum kaçıncı kez atıldım kendi içimdeki yangına dilimin ucunda sayılara tekabül etmeyen ayrıntıların cinneti geçtiğim hangi ara duraklarda kaldı kim bilir? nefretin çaresizliğime tetik düşürdüğü yıldızları talan edilmiş metruk, izbe gecede bir tutam yaşanmaya mahkum yazgı bıraktın avuçlarıma sanma ki sitem edeceğim sana gözyaşlarımı damıtıp yüreğimde sözcüklerime giydirip kızıl şafak vakitlerimin kaybedilmiş onurlu kavgalarını sana şiirlerimin unutkan, mağlup selamını getireceğim İzmir gibi özlem kokan meltemin soluğuna asılı, asi özgür martı çığlıklarında en mahşerî imtiyazsız paranoya kıvamında dudak değmemiş sözcüklerimle törpülerken çığlıklarımı içimin erimeyen acıları korlaşırken damarlarımda bir bitişle yarım kalan renkleri kirletilmiş solgun benizinin resmini hayatımın tualine müebbet çizerken o resmin kırık aynasında hüzünlü, puslu, suskun gülüşlerin mahsur kalmış gerçeğini arayan diyalektiğe sürgün sonsuzluğun başlangıcına dek karanlık ışıyan gecenin yıkısında dolunay intiharına tanıklık ederken farz – ı misal öneklerle hoyrat esen rüzgarın kırık kanatlarına sığınıyorum boynumda idamsı, bukleli solgun bir hüzün demeti ruhumda derin acı obrukları, dudaklarımda biriken sinsi grizu gözyaşlarımın intiharına tanıklık eden gözlerimle hoyratça dokunurken içimin kırık aynasında unuttuğumuz sararmış yosun kokan gülüşlerimize mazimin mutluğunu kundaklarken, kirli çığlıklar biriktiriyorum sessizce perdesi iniyor birbirimizden habersiz yazgımızın dudaklarımızın ezdiği iki yaptırımsız ödünç yeminin vebali yüreğimin yırtığında vahşi, yırtıcı günahlar gibi şekillenirken tenha bir cana gönüllü ziplenmiş sureti puslu eşgâl kalıntıları tek avuntum bir yerlerde beklediğini sandığım senli rüyalarım ezik gözlerimin küflü mahzeninde masal tadında yavan hayal cehennem sorgusunda şimdi derin anlam tüten bakışlarım karanlık zaman tünelinde kayıp bir yolun, kimliksiz, biletsiz yolcusuyum hep uzaklara yolculuğum, kendimden bile uzaklara, cehennemimden bile uzaklara yanlış bir sevdayla örselenen acı izdivaca taktığım duaları özürlü duvak uzak yorgunu rüzgârın dudağından dökülen bahar artığı kırgın, arsız cümlelerimi örterken yine unuttum ben , unutkanı oldum bıçak sırtı diyalektik kâhpeliğin bu melun büyük yangının küllerine dökmeyi unuttum kendimi sana uyakladım bütün siirlerimin talan edilmiş göçebe mısralarını içimin kanayan bütün kangrenli yaraları adına yemin ediyorum yemin ediyorum içimde yanardağlaşan sevdamın en cinnet, en yalın sen haliyle vedası unutulmuş yitik, kahpe bir gidişe nasıl ödünç verdiysem dudaklarım mühürlü adını nasıl ödünç verdiysem bıraktığın anıları, unutulmuşluğun dilsiz kasvetine için için, haykıra haykıra susmakla özdeş gidiş ritüelini kabzası kırık melânkolik hayatın eşiğinde mermiden gülüşünün muştasını geçirip elime barutu gözyaşı doldurulmuş kurşunları sektirip cinnetimle yazılmış intihar manifestosunun ilk satırlarında çevrimsiz yalıtkan saatlere, edilgen hayallerle süslüyorum yıldızları söndürülmüş kimsesiz gecelerde gidişini tümleyen çekingen, tedirgin gelişler biriktirirken herkes içimde, bir ben kalmışım kendi mahşer günümde kendimin dışında devrik cümlelerimin linç ettiği gramer tuzaklarından peydahladığım öznesi gayrı meşru gönlüm uyandırırken kendi kıyametimi uçurumlar filizleniyor yazgımın bir yerlerinden gülüm, gidenim beni duasız bırakanım hayatı yüzüme çarpanım barudu nemli mermim tanrının bıçakla alnıma kazıdığı yazgım Geçte olsa anladım, kiralık umutlar karşılayamıyor artık hayattan talep ettiklerimi. Zamanın saçlarıma ördüğü akları çözme gereksinimi de duymuyorum eskisi gibi. Fatalistliğine baş kaldıran deli gönlümü katlettiğim gecenin kovuğundan firar edip, yeniden sırılsıklam bir aşka tavaf etmek istiyorum. Son kez içimin harabelerinde kendi duamı yazmak istiyorum yine, yeniden, yenibaştan. Gecikmişliğin verdiği teleşla soruyorum kendime. Mümkün mü? Usandım kendi bedenimde üvey bir yürekle yaşamaktan. Diyorum ki, herkes yazgısının varlığını lügatından kıstırdığı sözcükleriyle yeniden betimlemeli. Yeni, yepyeni anlamlar türetmeli çok tanrılı yalnızlıkların ikilemlerinden. Zaman sürerken unutulmuşluk merhemini yüreğime, evrim geçiriyor kavramlar. Şekil değiştiriyor, mutasyona uğruyor öncelik addettiğim değerler. Bakışları firari bir çift göz kalıyor, müebbetim dediğim, seceresi okunaksız yazılmış sabıkalı suretinden. Günahkar sevişmelerimizin son rekatını kılarken dizlerinin sunağında, kendi ihtilalini yaratıyor takunyalı çaresizlikler. Cehalet tanrısının işlediği en büyük sevap oluyor, ana karnından kovulduğumuz gün. Cenneti cehennemin içine döküyor büyük günah ağaları. Ve… musallat oluyor bir kaç hergele düşünce, sevdamın önüne geçiyor savdalı kavgam bilirsin sığmaz bir yüreğe iki sevda bir kavga diyalektik kahpeliğin absürtlüğünde mod değiştiriyor yine her şey yaşadığım büyük medcezirin suları çekilmiş kumsalında nesnel gercekliğimin karartısı örtüyor öznel gerçekliğimi deniz yıldızları kadar çıplağım şimdi yalnızlığıma sus olmuş bir sustalı saplanıyor kendi içimden geçen kaybolduğum yolun ortasında deşiliyorum tarifi imkansız asi, amentüsü silinmiş bir suret bırakıyorum yüreğimin kırık penceresinden sızan, çözümsüzlüğün sahiplendiği ruhuma ey ölüm gel artık, şaşırma sıranı, usandım paranın hırdaşlarına peşkeş çekmekten emeğimi kendi idamımım kalemini kırdım, düzenin iğrenç taraflı mahkemesinde içimi öldürdüm kara cehalet sızan gecenin feracesinde küfe içinde büyütülen çocukların emerken uykularını yılanlar eritip çığlıklarımı lehimledim dudaklarımı kavgalarımın küflü hıçkırıklarını kusuyorum duru çorbasında açlık eritenlerin ütopyasında neye tekabül eder metematik kaçkını işlemsel türevler ? kaç şiddetindedir ki; benim yüreğimden geçen fay hattının tetiklediği gerçekler? ne kadar yıkabilir ki; açlığına bir ömür asanların duyunaksız yazılmış inlemelerini? iki kavgamda da yenildim, ey 46 n´in mirasçıları ey engebeli coğrafyaların sureti kendine benzeyen kaçkınları doldurun heybelerinize, ırklarınızı, dinlerinizi, dillerinizi mezheplerinizde promosyonu olsun aldançlarınızın iki yüzlülüğünüzü yapıştırıp birbirine râfan giden bir defoluşun terkisinde, kovun kendinizi hurileri rehin aldığınız cennetinize... Utku Aksu 19.03.2011 10:39 Detmold |
Saka bir yana deli dehset bir eser
Bin tebrik kondurdum
Selam ve saygiyla
Songul Eski tarafından 11/21/2015 9:07:40 PM zamanında düzenlenmiştir.